Koku sadece bulunulan ortamda alınan duyu olmakla mı sınırlı yoksa tedavide de etkili mi? İnsanların ter kokusu hakkında ne biliniyor? İlişkilerde kokunun etkisi var mı? Koku alamama hastalığı hakkında neler biliniyor? Alanında uzman pek çok isimden bu konuda merak edilenlerin yanıtını Sağlık Dergisi araştırdı.
Her ay olduğu gibi bu ayda beyin ile ilgili farklı bir konuyu ele alıyoruz. Koku beyini nasıl etkiliyor? Mekanizması nedir? Tedavide kullanılıyor mu? Bu konuda ne gibi çalışmalar yapılmış?
Bir kokunun beyinde oluşturduğu hafıza ile geçmişe götürmesi, mekanizması, aromaterapide kullanımı ve önümüzdeki günlerde sinema salonlarına da taşınması planlanıyor. 4D teknoloji ile film izlenirken artık film sahnelerine göre koku verilecek.
Koku: Bir Katilin Hikayesi
Koku denildiğinde herkesin aklına gelen ilk film Koku (Perfume: The Story of a Murderer) 2006 yapımı, Patrick Süskind'in Perfume isimli romanından uyarlanan sinema filmi. Filmde, doğduğu zaman ölüme terk edilen Jean-Baptiste’nin etraftaki kokuları algılamasıyula yaşama tutunma mücadelesini anlatıyor. Altı yaşına geldiğinde hala konuşamayan Jean-Baptiste’nin kokular hakkındaki inanılmaz yeteneği ortaya çıkmaya başlar. 13 yaşına geldiğinde Grimal bir deri işleme atölyesi işletmektedir. Paris’e ilk gittiğinde havada hiç tanımadığı yabancı kokuları keşfeder. Ve bu kokular onu hiç sahip olmadığı olamayacağı hayallerine sürükler. Kokuların etkisiyle olsa bir genç kadının ölümüne sebep olur. Parfüm yapımını ve kokunun etkisini konu alan çarpıcı bir film.
Koku sadece bulunulan ortamda alınan duyu olmakla mı sınırlı yoksa tedavide de etkili mi? İnsanların ter kokusu hakkında ne biliniyor? İlişkilerde kokunun etkisi var mı? Koku alamama hastalığı hakkında neler biliniyor? Alanında uzman pek çok isimden bu konuda merak edilenlerin yanıtını ilk kez bu kadar detaylı araştırıldı.
“Doğamızda, Koku Duyusunu Algılayabilecek Canlılar Dışında “Koku” Diye Bir Kavram Yok”
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı öğretim üyesi Doç. Dr. Sinan Canan koku ile ilgili şunları söyledi: “Koku, vücudumuzun dış dünyadan haber ama yolları olan temel duyulardan bir tanesidir. Koku dediğimiz kavram aslında sadece bir biyolojik algılama ve yorumlama meselesidir ve tabiatta, koku duyusunu algılayabilecek canlılar dışında “koku” diye bir kavram aslında yoktur. Aynı şey ses, renk, ağrı ve tat gibi duyular için de geçerlidir. Kokunun diğer duyulardan bazı farklı yönleri olmakla beraber, hem filogenetik olarak çok “eski” olması hem de davranışlarımız üzerinde doğrudan etkiye sahip olması bakımından önemlidir. Fakat yine koku da diğer duyularımızda olduğu gibi, dışarıdan gelen bazı uyaranların mesela burada bazı uçucu kimyasal maddelerin vücudumuzda kendilerine uygun algılayıcı (reseptör) hücreleri etkilemesi sonucu tetiklenen bir dizi karmaşık sinirsel süreç ile algılanır. Neticede yapılan şey, kimyasal sinyallerin kimyasal algılayıcılar (kemoreseptörler) aracılığıyla, beynin anlayabileceği sinirsel sinyallere dönüştürülmesidir.
Koku Bilinçli Algılanır
Koku duyusunun algılanması için insanlarda ilk durak, diğer tüm memelilerde olduğu gibi burun mukozasıdır. Burnumuzun iç-üst kısmında bulunan ve adına “koku mukozası” denen özel sıvı kaplı bir bölümde, beynin en ilginç hücreleri olan koku algılayıcı hücreleri, diğer adıyla “olfaktor reseptörleri” bulunur. Bu hücreler uzantılarını mukoza dediğimiz burnun iç örtüsünü kaplayan sümüksü kıvamdaki sıvının içine uzatarak buraya ulaşacak kimyasal maddeleri beklerler. Soluk alıp verme sırasında burun mukozasına ulaştırılan koku uyarıcı kimyasal maddeler, bu hücrelerin üzerinde bulunan özel moleküler mekanizmaları harekete geçirir. Bu moleküler mekanizmalar ise genel kimyasal maddenin özelliğine ve miktarına bağlı olarak, algılayıcı hücrelerin elektriksel yüklerinde değişiklikler yaparlar. Zaten beynimizin ve sinir sistemimizin her yerinde haberleşme için temel olarak kullanılan yol da işte bu sinirsel elektrik yükü değişiklikleridir. Kokulara cevap olarak meydana çıkan bu elektriksel değişimler de öncelikle beynimizin ön kısmında bulunan koku soğanı denen bölgeye ve ardından da beynin diğer bazı önemli bölgelerine dağıtılarak hem kokunun bilinçli olarak algılanması, hem de kokuya bağlı olarak meydana getirilmesi beklenen zihinsel ve davranışsal değişikliklerin ortaya çıkması sağlanmış olur.
“Balık ve Sürüngenlerde Beynin Önemli Kısmını Koku Lobu Oluşturur”
Kokunun beyinde algılanması meselesi aslına bakarsanız fizyolojik olarak halen bir muammadır. Koku duyumuzun çeşitliliğine baktığımızda bu durumu biraz daha iyi kavrayabiliriz. İnsanlar binlerce kokuyu başarılı olarak birbirinden ayırabilmektedir. Normal bir insanın 40 bin ila 10 bin kokuyu rahatlıkla ayırt edebilmesi beklenir. Ayrıca bazı kokular, mesela misk kokusu, litrede 0.00004 mg kadar bir miktarda dahi algılanabilmektedir. Yine doğalgazı kokulandırmak için veya koku bombalarında eğlence amaçlı kullanılan butil merkaptan maddesi, hava içinde 2.8 milyarda bir oranında olsa bile algılanabilmektedir. Hem bu kadar çeşitli, hem de bu kadar hassas bir sistemin nasıl işlediğini henüz tam olarak bilemiyoruz. Fakat bilinenler de az değildir; şöyle ki: Koku algılayıcı hücreler, koku uyaran moleküllerle karşılaştıklarında beynin ön kısmındaki “koku lobu” dediğimiz bölgeye elektriksel sinyaller gönderirler. Bu sinyaller koku lobunda “koku yumakçıkları” denen özel hücresel değerlendirme istasyonlarında çok karmaşık bir süreçler dizisini başlatırlar. Koku lobu denen bu bölge aslında doğrudan beynin bir parçasıdır ve en az beynin kabuğu kadar karmaşık bir yapı sergiler. Aslına bakarsanız aşağı düzey olarak nitelediğimiz bir çok hayvanda, mesela balık ve sürüngenlerde, beynin önemli bir kısmını ve hatta en üst düzey değerlendirme merkezini bu koku lobu oluşturur; zira onlarda bizdeki ve diğer memelilerdeki gibi gelişmiş bir “beyin kabuğu” bölümü bulunmaz. Kısacası bu bölge, bir çok hayvanın hayatını idame etmesini sağlayacak karmaşık süreçleri yönetebilecek kadar yetkin ve karmaşık bir bölgedir.
“Her Kokunun Kendine Özel Bir Elektriksel Kalıbı Var”
İnsanlarda ve diğer bazı memelilerde yapılan çalışmalar, belli koku moleküllerinin bu “koku yumakçıkları”nda ve koku lobu dediğimiz bölgede özel sinirsel faaliyetlere ve elektriksel bazı türbülanslara neden olduğunu göstermekte. Aynen sudaki veya havadaki türbülanslar gibi, kısa bir süre içinde oluşup kaybolan bu elektriksel dalgalanmalar, adeta o kokuya özgü bir “faaliyet kalıbı” oluşturarak, bu sinyali beynin diğer algılayıcı ve uygulayıcı bölgelerine gönderirler. Bu faaliyetler, bilgisayarlarda modellenerek incelenemeyecek kadar girift ve karmaşık yapıdadır. Fakat çalışmalardan çıkan ilginç bir sonuç daha var ki, o da koku duyusunun algılanmasına dair açıklamaları daha da zora sokmakta: Tavşanlara yeni bir koku koklattığınızda, koku lobunda belli bir “koku deseni”, yani özel bir elektriksel dalgalanma örüntüsü oluşuyor. Her kokunun kendine özel bir elektriksel kalıbı var; fakat hayvanlara yeni bir koku öğretildikten sonra arada bir başka koku koklatılıp, ilk öğretilen koku tekrar verildiğinde, hayvanın koku lobunda meydana gelen kalıbın da değiştiği görülüyor; yani her kokunun sabit bir elektriksel karşılığı yok ve koku algısı her tecrübe ile yeniden şekillendiriliyor. İşte bunun gibi karmaşık özellikler de koku duyusunu bildiğimiz anlamda sınamayı ve anlamayı zorlaştıran unsurlardan.
“Koku Deneyi Yapmak Zor”
Koku duyusunu çalışmak da çok kolay değil. Zira bir kokunun algılanması için bir çok kontrolü zor faktörün gerçekleşmesi gerekiyor. Koku alacak kişi veya canlı soluk almalı, koku molekülü önce havada dağılmalı, ardından koku mukozasına ulaşarak orayı kaplayan sıvıda çözünmeli, sonra algılayıcı hücrelere ulaşmalı... Bu süreçler kontrolü ve takibi zor süreçler olduğundan, mesela göze ışık tutarak yapabileceğiniz görme duyusu deneyleri gibi rahatça koku deneyi yapamıyorsunuz. Bu da kokunun algılanmasının aşamalarının anlaşılmasını zorlaştıran unsurlardan birisi. Fakat kokunun kesin ve yadsınamaz biyolojik etkilerine bakarak, kokunun nerelerde ve ne şekilde değerlendirilebildiğini daha rahat tahmin edebiliyoruz. Henüz temel mekanizmalar hakkında bilgilerimiz çok az olsa da, kokunun biyolojisi hakkında elde ettiğimiz bilgiler, özellikle kozmetikte oldukça işe yarar ve pratik bir şekilde kullanılmaya devam ediyor.
“Ağrı Duyusunu, Depresyon Durumlarını Ve Hafızayı En Fazla Etkileyen Şeylerden Birisi: Koku”
Koku duyusu, her ne kadar insanlarda, mesela “köpekler kadar gelişmiş değildir” gibi kalıp cümlelerle hep ikinci-üçüncü planda önemli bir duyuymuş gibi düşünülse de aslında öyle değildir. Sadece çevreniz hakkında size çok önemli bilgiler vermekle kalmaz, bütün davranışlarınızı etkileyebilme, hatta biyolojik ritimlerinizi dahi etkileyebilme özelliğine sahiptir. Psikobiyoloji alanında kokuya dair gerçekten çok sayıda çalışma yapılmış ve yapılmaya da devam ediyor. Mesela bazı kokuların mekan algısını etkilediği, bulunduğunuz yeri size daha büyük veya daha küçük gösterdiği biliniyor. Bunun yanında ağrı duyusunu, depresyon durumlarını ve hafızayı en fazla etkileyen şeylerden birisinin koku olduğunu biliyoruz. Güzel koku hafıza oluşumuna olumlu etki yapıyor ve güzel olarak nitelendirilen kokularla birlikte öğrenilen bilgi veya beceriler genellikle insanlarda daha kalıcı halde depolanabiliyor.
“Güzel Koku Kadınlarda Ağrı Kesici Etki Yapıyor”
Kadın ve erkeklerin koku algısı farklı olmasıyla ilgili çalışmalarda bu yönde de bazı bulgular var; mesela bunlardan bir tanesi, güzel kokuların kadınlarda erkeklere göre daha fazla oranla “ağrı kesici” etki yaptığı gösterilmiş. Kadınların koku duyusu açısından genellikle erkeklere göre daha hassas olduğunu da biliyoruz. Bireysel farklılıklar olsa da ortalama olarak bir kadın erkek farklılığından bahsetmek mümkün. Kadınlar ayrıca feromon dediğimiz koku tabanlı hormon sinyallerini algılama ve bunlara göre davranış değişiklikleri gösterme konusunda da erkeklere oranla daha duyarlılar.
Feromon Nedir? Ne gibi İşlevi Vardır?
Feromonlar, koku bezlerinden salgılanan ve havada dağılarak diğer canlılarda davranışsal değişiklikler oluşturmak üzere biyolojik bazı etkiler yapan kimyasal maddeler olarak biliniyor. İlk olarak ipekböceğinden elde edilen “bombikol” adlı madde üzerine yapılan çalışmalarla başlayan feromon araştırmaları bu gün oldukça ilginç noktalara ulaşmış durumda.
Feromonlar, genellikle kokularını bilinçli olarak hissedemediğimiz ve muhtemelen koku organlarında normal kokuların algılandığı mekanizmalardan daha farklı bir mekanizma ile algılanan kimyasal sinyallerdir. Örneğin fareler ve yılanlar gibi bir çok hayvanda varlığı gösterilen ve “vomeronazal organ” olarak bilinen bir organ, burun bölgesinin hemen üstünde yer alır ve görevi bu feromon sinyallerini algılayarak beyne göndermektir. İnsanlarda da buna benzer bir algılayıcı bölgenin var olması muhtemel, fakat henüz o konuda kesin bir kanıtımız yok. Fakat insanların da bir çok hayvan gibi feromonlara tepki verdiğini ve fizyolojik bazı yanıtlar oluşturduğunu biliyoruz. Hayvanlar feromonları daha ziyade cinsel faaliyetlerin düzenlenmesi amaçlı sinyaller olarak kullanıyorlar. Hayvanların çiftleşme öncesi birbirlerini koklamaları da aslında bu feromon sinyallerini algılama yönünde bir çaba. Özellikle dişiler, çiftleşme dönemlerinde farklı feromonlar salgılayarak erkek hayvanları bu durumdan haberdar ederek nesillerini devamını sağlayabiliyorlar. Aynı şekilde erkek bireylerden salgılanan feromonların kimyasal yapıları da dişilerin uygun eşleri seçebilmeleri için gerekli kıstasların sinyallerini veriyor. İnsanlarda da bu durumun geçerli olduğunu bir çok örnekten biliyoruz.
“Kokular Zihinsel Enerjimizi Artırıp Odaklanmamızı Kolaylaştırır”
Koku, hem şuurlu hem de şuursuz olarak etkisi altında kaldığımız çok karmaşık etkilere sahip bir duyu. Bir kere, koku algılaması esnasında beynimizin çok büyük bir bölümü etkilenir ve faaliyetlerini artırır. Bunlar arasında en önemli kısımlar, hislerimiz ve hafızamızın oluşumunda çok önemli rol oynayan limbik sistem, amigdala ve şakak (temporal) loblarımızın diğer kısımlarıdır. Bu bölgelerin uyarımı sayesinde farklı kokular ruh durumumuzda belirgin değişiklikler meydana getirebilirler. Güzel olarak nitelediğimiz kokular zihinsel enerjimizi artırıp odaklanmamızı kolaylaştırır, hafızamızı güçlendirip stresi azaltmada yardımcı olabilir. Koku duyusunun ayrıca hafıza ile ilgili bölgelerle doğrudan bağlantı yapması da koku ile hafızanın yakın ilişkisini açıklar. Hayatın belli bir döneminde belli duygusal durumlarla ilişkili olarak kaydedilmiş olan koku sinyalleri, yıllar sonra bile koklandığında hemen o anların canlanmasını sağlar; bunu hepimiz tecrübelerimizden biliriz. Aynı şekilde, kötü anılar ve kötü kokular da benzer ama olumsuz etkiler gösterebilmektedir.
“Tat Duyusunun Neredeyse Yüzde 75’i Burnumuzdaki Koku Algılayıcıları İle İlgili”
Koku sadece koku ile ilgili değildir; tat duyusu dediğimiz duyunun neredeyse yüzde 75 kadarı burnumuzdaki koku algılayıcıları ile ilgilidir. Bu yüzden, burnumuzu ve üst solunum yollarımızı etkileyen hastalıklara tutulduğumuzda yemeklerimizin tadı tuzu kalmaz! Dilimizde bulunan tat reseptörleri genelde sadece beş tip tat duyusunu algılarlar: Tatlı, tuzlu, ekşi, acı ve “umami” denen yahut “et tadı” olarak niteleyebileceğimiz (glutamik asitin tadını alan reseptörlerden gelen) tatlardır bunlar. Fakat yemeklerden aldığımız karmaşık “lezzet” duyusu, tattan ziyade, burnumuzdaki koku algılayıcılarından beynimize giden sinyallerle oluşturulur ve koku burada lezzetin belirlenmesinde çok önemlidir. Dolayısıyla sanırım lisanımızda da tat ve lezzet arasında böyle bir ayrım yapmak lazım...
Koku Kayıt Sistemi Nasıl Çalışıyor?
Koku kayıtlarının beyinde nasıl depolandığını, aynen hafıza kayıtlarında olduğu gibi, pek bilemiyoruz. Bu konuda Walter Freeman’ın yaptığı çalışmalar ilginç ayrıntılar verse de yine de kokunun ve benzer sinirsel hafıza kayıtlarının ne şekilde tutulduğu hakkında pek fikrimiz yok. Ama muhtemelen, şu anki yaygın kabul gören teorilere göre, bu tip hafıza kayıtlarının, beynin belli bölgelerine dağınık olarak yerleşen ve zamanla hem şiddeti hem de içeriği değişebilen sinirsel faaliyet kalıpları şeklinde depolandığını düşünebiliriz. Elbette bu sadece bir teori ve bir kaç çalışma dışında bunun tam olarak nasıl bir mekanizma ile gerçekleştiği hakkında halen net bir fikrimiz yok.
“Koku Hafızası Görsel Hafızadan Daha Kuvvetli”
Bunların yanı sıra koku hafızasının görsel hafızadan daha kuvvetli olduğunu ve daha uzun süre saklanabildiğini de biliyoruz. Görülen bir sahnenin hatırlanma oranı üç ayda yüzde ellinin altına düşerken, kokular bir yıl sonra deneklerin yüzde altmışbeşi tarafından hala hatırlanabiliyor mesela. Dolayısıyla, koku hafızası görsel ve işitsel hafızadan daha kalıcı etkiye sahip.”
“Koku Duyusu Beynin Çok Farklı Alanlarında İz Bırakabilir”
“Öğrenme Beyinde Nasıl Oluşur?” ve “Aşk ve Beyin” kitaplarının yazarı Nöroloji Uzmanı Dr. Bülent Madi koku ile ilgili şu bilgileri verdi: “Koku, diğer duyularımız gibi duygu, düşünce ve davranışlarımıza yön verir. Hoş koku aldığımızda o kokuya doğru yönelmek isterken, koku bizi rahatsız ettiğinde uzaklaşmak isteriz. Bu koku yemekten de gelebilir, esans da olabilir. Bazı kokular bize çocukluğumuzu ya da tanıdıklarımızı anımsatabilir. Özet olarak koku eğitici olduğu kadar belleğimizde az iz bıraktığını zannettiğimiz bilgilerin de beklenmediğimiz anda hatırlamamızı sağlar. Çünkü koku duyusu beynin çok farklı alanlarında iz bırakabilir.
“Koku Duyusu Talamusa Doğrudan Gelmez”
Koku ilk olarak burun boşluğunun iç kısımlarında bulunan koku epiteli bölgesine gelir. Buradaki koku reseptörleri farklı kokulara çabuk uyum sağlamamıza ve birçok kokuyu birleştirmemize yardımcı olur. Bu bölgeye gelen bilgiler beynin ön kısmında yer alan koku soğanı aracılığı ile alınır. Çevreden aldığımız beş duyuyu talamus toplayıp gerekli yerlere geri dönüşümlü olarak aktarır. Beş duyudan biri olan, koku duyusu talamusa doğrudan gelmez, limbik sistemin birkaç yerini dolaşıp gelir. Koku reseptörleri bilgiyi doğrudan kortekse ilettiği için diğer duyulardan farklıdır.Koku soğanına gelen bilgi öncelikli olarak koku merkezine ardından da beynin ön tarafında bulunan frontal lobun alt kısmına dolaylı olarak iletilir.
“Sağ Lob Parfüm, Sol Lob Nane”
Beynin sağ tarafındaki talamusun orta kısmı ve beynin sağ taraftaki frontal lobun alt kısmı daha yoğun kokularda örneğin parfüm gibi daha fazla aktive olur. Sol beyin yarı küresi ise daha basit kokularda örneğin nanede aktive olur. Ancak bu beynin bir kısmının daha fazla çalıştığı anlamına gelmez. Yoğunluğu fazla olan kokuyu aldığımız zaman sağ beyin yarı küresindeki talamusun orta kısmı ve frontal lobun alt kısmının daha fazla aktive olduğu araştırmalarda belirlenmiştir. Ancak koku yoğun da olsa basit de olsa beynin aynı bölgeleri az veya çok aktivasyon gösterir. Talamusun ön orta tarafı, frontal lobun alt tarafı, kaygıdan sorumlu olan amigdala, hormonlarla ilgili olan hipotalamus ve bellek ile ilgili olan hipokampus gibi beyin yapıları. Ayrıca insan beyninde sağ hemisfer şu işi yapar, sol hemisfer şu işi yapar diye yüzde 100 ayırmanın yanıltıcı olabileceğine dikkat edilmesi gerekir.
“Çevre Kirliliği Koku Duyusuna Hasar Verir”
En iyi eğitim tüm duyulardan yararlanılarak oluşturulan eğitimdir. Koku aldığımızda beyinde birçok bölgenin aktive olur. Bu nedenle koku duyusunun da öğrenme süreçlerini hızlandırıcı ve kalıcı öğrenme konusunda destekleyici olduğunu söyleyebiliriz. Kentlerde görülen çevre kirliliği, koku duyusunun etkin kullanımını olumsuz etkilemektedir. Çevre kirliliği koku duyusuna hasar verir. Alzheimer, parkinson gibi beyni etkileyen ilerleyici nörolojik rahatsızlıklarda koku duyusu azalır. Temporal lob epilepsisi geçiren veya temporal loblarında tümörü olan bireyler gerçekte olmayan kötü kokuların var olduğunu zannedebilirler, yanık plastik kokusu, yanmış yağ kokusu gibi.
Herkesin Algılayabildiği Feromonlar Farklı
Burundan kokudan başka kimyasal maddeler de algılanır. Bunlar feromonlardır. Boyun koltuk altı, bacak aralarından ve cildin başka taraflarından salgılanır. Karşı cinsi çekici özelliği vardır. Yapay olarak üretilip benzerleri parfüm içerisine de konulmaktadır. Her kadının ve erkeğin algılayabildiği veya keyif aldığı feromonlar farklı olabilir.
“Memeli Hayvanlarda Koku ve İşitme Canlının Hayatta Kalması İçin En Önemli Duyular”
Koku ile ilgili bazı rakamla ise şöyle; beyinde 1. sinir adı verilen olfaktor sinir yolu ile elektrik sinyalleri koku algısı olarak beyine girer. Köpekler 200 bin civarında kokuyu ayırt edebilir. İnsanda 25-30 bin civarında gen vardır. Bu genlerden 400 tanesi koku ile ilgilidir. Bu genler ile burun ortalama 10 bin çeşit kokuyu ayırt edebilir. Bir koku protein molekülü, bir reseptör ile birleşmez, birçok reseptöre bilgi aktarır. Dolayısı ile daha az reseptöre gereksinim vardır. Memeli hayvanlarda koku ve işitme canlının hayatta kalması için en önemli duyulardır. İnsanlarda ise bu işlevi daha çok görme duyusu gerçekleştirir. Kokuyu daha çok estetik kavramlarda kullanmaktayız.”
“Ter Kokusu Tıpkı Masallardaki Gibi, Bir Kurbağayı Prense Dönüştürme Becerisine Sahip”
Biyokimya uzmanı Prof. Dr. Sevil Atasoy konu ile ilgili şöyle konuştu: “Pahalı tıraş losyonları, saç jelleri, deodorantlar modern erkeğin günlük yaşamının silahları arasında. Ancak iş, bir kadını heyecanlandırmaya gelince, erkeğin koltuk altından salgılanan doğal kokusunu küçümsememek gerek. Çünkü erkek teri koklayan kadınlarda hormonal, fizyolojik ve psikolojik değişiklikler meydana geliyor, tansiyon yükseliyor, kalp vurum sayısı artıyor, solunum hızlanıyor. Muhtemelen serotonin sistemi etkileniyor. Kısacası, ter kokusu tıpkı masallardaki gibi, bir kurbağayı prense dönüştürme becerisine sahip. Terin yüzlerce doğal bileşeninden hangisinin bunlara yol açtığı henüz bilinmiyor. Bir ceylan türünün yanı sıra pek çok bitkinin salgıladığı miske benzer kokulu androstadienon, en güçlü adaylardan biri. İlginç olan erkeğin kokusu, kendininkinden ne kadar farklıysa, kadının onu cazip bulma ihtimali o denli yüksek. Bunun, genetik benzerliği olanları birliktelikten, bir başka deyişle akraba evliliklerinden koruyan bir faktör olması mümkün. Tabii ter kokusu deyince, terin kendi kokusundan söz ediyorum, yoksa vücut yüzeyindeki bakterilerle karşılaştığında oluşan tahammül edilmez derecede kötü kokan yan ürünlerden değil. Bu nedenle, kadınları baştan çıkarmayı düşünüyorsanız, sıkça yıkanmayı ihmal etmeyin.”
Kokunun Anatomisi
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Metin Önerci koku ile ilgili şu bilgileri veri: “Burun solunum işlevinin yanı sıra koku alma organı olarak da görev yapar. Burunda kıllar, burun kanalları, kılcal kan damarları, koku alma hücreleri, sinirleri ve mukoza bulunur. Koku duyusu alan hücreler burun boşluğunun üst kısmında yer alır. Bu bölgeye “olfactör bölge” denilir.Bu bölgede üç tip hücre bulunur.
● Koku reseptörleri (hücreleri)
● Destek reseptörleri(hücreleri)
● Bazal reseptörleri (hücreleri)
Koku (Reseptör) Hücreleri
Bipolar nöron hücresidirler. Hücre gövdeleri destek hücrelerinin arkasında yerleşir. Her bir burun boşluğunda yaklaşık olarak 25 milyon koku hücresi yer alır. Koku hücresinden yaklaşık 10-12 adet silia çıkar. Silyumlar yatay biçimde uzanır ve burun boşluğuna giren havadaki koku tanecikleri tarafından uyarılarak koku alma işlemi başlamış olur. Bu hücrelerin arasında mukoza epiteli altında Bowman bezleri bulunur. Bu bezler mükoz salgı yaparak mukozayı nemli tutar ve koku taneciklerini içinde eriterek koku hücrelerinin uyarılmasına katkı sağlar.
Destek Hücreleri
Destek hücreleri, koku hücrelerinin beslenme ve diğer destek işlevlerine yardımcı olur.
Bazal Hücreler
Destek hücrelerinin bazal kısımlarında yer alır. Hızlı bölünme gösterir ve bu hücrelerden destek hücreleri gelişir.
Kokunun Fizyolojisi
Kokunun algılanabilmesi için herhangi bir cisimden çıkan koku moleküllerinin olfaktör bölgeye ulaşması gerekir. Havaya karışan koku molekülleri solunan hava ile buruna girer ve türbülan akım ile burun üst bölgelerine ulaşır. Koku bölgesine gelen ve burada yavaşlayan hava ısınır ve nemlenir ve hava içindeki koku molekülleri çözünür. Bu koku molekülleri bu bölgede yer alan koku duyusu reseptörlerine ulaşır. Koku reseptörü uyarılır. Koku alma genellikle yeni bir kokunun dikkat çekmesi hâlinde görülen yarı refleks bir yanıttır. Koku reseptörlerinden başlayıp koku duyusu merkezine kadar götüren koku siniri n.olfactoriustur. Bu sinirler, olfaktör hücrelerin geriye doğru bir uzanıp etmoid kemiğin içinden geçerek kafatası içinde koku sinirini yapar. Bu sinir aksonları beynin koku merkezi olan temporal loba gider. Böylece kokunun algılanmasını sağlar. Koku alma sırasında koku molekülleri her iki burun boşluğundaki koku sinirlerini uyarır. Bu koku sinyalleri beyinde bulunan her iki koku merkezine de iletilir. Bu nedenle tek taraflı koku bozukluğunu fark edilmez. Koku alma bozukluğu sık görülen bir durum olup yaklaşık insanların yüzde 10’unda koku alma ile ilgili sıkıntı vardır.
Koku Körlüğü
Anozmi hiç koku alamama demektir. Halk arasında “koku körlüğü” olarak da adlandırılır, geçici veya kalıcı olabilir. Geçici koku kayıpları sıklıkla nezle, grip, sinüzit ve alerji gibi nedenlere bağlıdır. Diğer olası koku kaybı nedenleri arasında burun-sinüs problemlerine de neden olabilen; büyümüş geniz etleri, burun etleri (nazal polipler), burun eğrilikleri, konka şişmeleri ve sigara kullanımı bulunur. Burun içerisindeki ufak anatomik bozukluklar, bulundukları yere göre önemli ölçüde hava akımını etkileyebilirler ve alınan havanın koku bölgesine ulaşmasını engelleyebilirler.
Koku Kaybı Tat Almayı da Bozabilir
Bazı ilaçların yan etkileri, kemoterapi, toksinler ve kimyasal maddeler de koku alma bozukluklarına neden olabilirler. Ayrıca yüz ve burun yapılarına olan travmalar, bazı tümörler, geçirilmiş ameliyatlar ve virüs infeksiyonları ile epilepsi, Alzheimer ve Parkinson gibi nörolojik hastalıklar; sistemik hastalıklar ve psikiyatrik hastalıklar yine koku kayıplarına neden olabilirler. Bebekler nadiren koku bozukluğu ile doğarlar. Bazı kalıtımsal hastalıklar buna neden olurlar. Koku kaybının nedeni bazen de belirlenemeyebilir. Yaşlılık da koku kaybına neden olabilir Bu durum koku almayı kontrol eden sinirlerin de yaşlanması ve bozulması nedeniyle olur. Beraberinde tat duyusu da bozulabilir. Üstelik tat kaybı da varsa iştahın azalmasına ve beslenmenin de bozulmasına yol açar. Ayrıca tadı artırmak amacıyla fazla tuz ve şeker kullanımı nedeniyle tansiyon veya diyabet gibi hastalıklar açısından özellikle tehlikelidir. Ancak en sık koku alma bozukluğuna yol açan hastalık burun etleridir. Aslında burada koku alamama hastalığın takibi açısından da yararlı olur.
Koku Halüsinasyonu
Parozmi, bir şeyin kokusunun başka bir şeymiş gibi algılanması durumudur. Eğer organik bir hastalık yok ve gerçekten bu kokuya neden olacak bir durum söz konusu değil ise araştırılması gerekebilir. Beynin koku algılayan bölümlerinde oluşabilecek bölgesel sara nöbetleri ile de hastalar olmayan kokuları alabilirler. Bu durum bazı tümörler veya nörolojik bozukluklara bağlı olabilmektedir. Bazı sinüzit hastaları yanık kokusu veya kötü bir koku aldıklarını belirtirler. Ancak bu kokuyu kendilerinden başkası algılayamaz. Bu duruma “Fantozmi” veya “koku halüsinasyonu” denilir. Detaylı bir sorgulamayı takiben yapılacak endoskopik muayene ile koku alma bölgesine havanın ulaşmasını engelleyebilecek bozukluklar tespit edilebilir. Ayrıca bunun yanında, bazı görüntüleme yöntemleri ve tetkikler de yardımcı olarak kullanılabilir.
Çeşitli koku testleri ile koku kaybının düzeyi belirlenebilmekle birlikte henüz her yerde bulunabilen bir yöntem değildir. Alerji, sinüzit, burun eğrilikleri ve polipler gibi burun-sinüs problemleri tıbbi yöntemlerle veya ameliyatla tedavi edilebilmektedirler. Ancak son çalışmalar, çok ağır ve uzun süreli sinüziti olan hastaların koku bozukluğunun tam olarak düzelemeyebileceğini işaret etmektedirler. Bu nedenle sinüs hastalıklarının tedavisi geciktirilmemelidir. Bazı sistemik veya nörolojik kökenli hastalıkların ise diğer branş hekimleriyle birlikte izlenmesi gereklidir.
Feromon = ‘Aşk Hormonu’
Koku almada feromon adı verilen moleküller önemli rol oynuyor. Feromon zerrecikleri burun içinde bulunan koku merkezini uyararak uyarının cinsine göre beynin gerekli bölgelerine sinyal gönderilmesini sağlıyor. Henüz feromon ilişkileri, feromon moleküllerinin nasıl çalıştığı konusunda kesin bir bilgi sahibi değiliz. Ancak bazı böceklerin, arı ve güvelerin uzaktan karşı cinsi tespit ederek sinyal göndermeleri ve buluşmaları Feromon'lara bağlanıyor. Bu zerreciklerin aşkı bile kontrol ettiği düşünülüyor. Yapılan araştırmalara göre aşk vücutta feromon maddesinin salgılanmasıyla başlıyor. Aşkın kokusu olarak tanımlanan bu madde beynin ilgili bölümlerini uyarıyor ve aşk doğuyor. Her insanın parmak izi gibi kendine özgü bir kokusu var ve bu koku ile kendilerine en uygun eşi seçiyorlar. Feromon’a bu nedenle ‘aşk hormonu’ da deniyor. Bu zerrecikler sayesinde bireylerin kendilerine eş olarak genetik olarak kendilerinden en farklı kişiyi seçtikleri ve bu şekilde nesillerin daha iyiye gittiği düşünülüyor.
Ancak insanlar kendi doğal koku sistemlerini yok ettikleri için kendilerine uygun insanı bulamıyorlar. İşte parfümlerle değişik kokularla kokular yapıyorlar ama kendi kokularını öldürüyorlar. Bir sivrisinek uzaklardan sokacağı insanı kokusundan takip edebiliyorsa, en gelişkin yaratık olan insan aşkını kokusundan niye tanımasın? Bu yüzden kişinin kendi kokusunu farkedebilmesi çok önemlidir. Ve farkettigi bu kokusunu diğer kokularla örtmemesi çok önemlidir. Dolayısı ile uygun koku doğru kişiye aşık olabilmek için de çok önemli. Yapılan bilimsel bir deneyde, kadınların erkek partnerlerini secmede kokunun önemli bir rol oynadığı gözlendi.
İlginç Bir Test: Kadınların Erkek Kokularına Yönelik İlgi ve Hassasiyetleri
İsvicreli bir bilim adamı, kadınların erkek kokularına yönelik ilgi ve hassasiyetleriyle ilgili ilginç bir test uyguladı. Araştırma için gen yapıları birbirinden farklı, gönüllü 49 kadın ve 44 erkek seçildi. Erkeklere iki gece giymeleri için temiz tişörtler verildi. Bu tişörtler iki gece boyunca hiç çıkarılmadı, yıkanılmadı, herhangi bir parfümün veya kokulu sabunun kullanılmasına izin verilmedi.
İki gün sonra tişörtler ayrı ayrı sepetlere konarak kadınların bunları koklaması, koku aracılığıyla hangisinin kendilerine güzel ve seksi geldiğini belirtmeleri istendi. Daha sonra söz konusu erkek ve kadınlar bir araya getirilerek yine kadınlardan kendilerine en iyi partner olabilecek kişileri göstermeleri istendi. Kadınlar kokusunu en çok beğendiği tişörtlerin sahiplerini seçtiler. Seçtikleri bu kişiler gen yapıları kendilerinkinden en farklı olan kişilerdi.”
Haberin devamı Temmuz ayında yayınlanacak.
Yorumlar