Tüp bebek tedavisi sırasında hasta konforunu gözetmek gerektiğine dikkat çeken Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Hakan Yaralı, Tüp bebek tedavisinde gün geçtikçe kaydedilen iyileşmeler ile hasta konforu yükseltilirken, olası risklerin minimize edilmesinin hedeflendiğini kaydetti.
Tüp bebek alanında Avrupa ve Amerika kaynaklı istatistiklere bakıldığında, son 10 yılda dramatik bir iyileşme olmadığını belirten Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Hakan Yaralı, “Elbette bir yandan gebelik oranlarını en yükseğe çekmek ile ilgili gayretlerimiz sürerken bir yandan da hasta konforunu en yüksek düzeyde tutmayı hedefliyoruz. Maddi ve manevi zor bir süreç olan tüp bebek tedavisine hastanın uyumunu sağlamak ve hissedebileceği psikolojik baskıları en aza indirerek hastanın tedaviye uyumunu artırmak bu süreçte önem arz etmektedir’ dedi.
Tüp bebek alanında Avrupa ve Amerika kaynaklı istatistiklere bakıldığında, son 10 yılda dramatik bir iyileşme olmadığını belirten Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Hakan Yaralı, “Elbette bir yandan gebelik oranlarını en yükseğe çekmek ile ilgili gayretlerimiz sürerken bir yandan da hasta konforunu en yüksek düzeyde tutmayı hedefliyoruz. Maddi ve manevi zor bir süreç olan tüp bebek tedavisine hastanın uyumunu sağlamak ve hissedebileceği psikolojik baskıları en aza indirerek hastanın tedaviye uyumunu artırmak bu süreçte önem arz etmektedir’ dedi.
Çoğul Gebelikler ve Aşırı Uyarım Sendromunun Riskleri Var
6 Mart 2010 tarihli tüp bebek mevzuatı uyarınca, transfer edilen embriyo sayısının kısıtlanmasının belli hasta gruplarında, çoğul gebelik oranlarının azaltılması açısından yararlı olduğunu belirten Prof. Dr. Yaralı şunları kaydetti: “Elbette genç yaş gibi belli hasta gruplarında sınırlama olması faydalı bir gelişme oldu. Ancak, mevzuatın ileri bayan yaşı olan olgular ve diğer bazı hasta grupları açısından iyileştirilmeye ihtiyacı vardır. Tüp bebek uygulamalarında hiç arzu etmediğimiz bir diğer komplikasyon da aşırı uyarım sendromudur (OHSS). Tüp bebek hastalarında 10-12 günlük ilaç tedavisi aşamasında kontrollü bir şekilde yumurtalıkları uyarmak istiyoruz. Aşırı uyarım gelişmesi durumunda ki bu durumda kanda estradiol hormon düzeyleri çok yükselmekte, çok sayıda follikül ve dolayısı ile yumurta gelişimi olmaktadır. Damar duvarlarının geçirgenliğinin artması nedeniyle damar içinden dışarıya sıvı sızması oluşmakta ve bu sıvı sızması vücuttaki boşluklarda (karın içi, akciğer vb) toplanabilmektedir. Ağır aşırı uyarım sendromu gelişmesi ölümcül dahi olabilmektedir. Bu nedenle orta ve ağır aşırı uyarım sendromundan kaçınmak en önemli hedeflerden biridir ve tedavi sırasında kontrollü bir uyarım ile 6-10 civarında yumurta elde etmeyi hedeflemekteyiz” şeklinde konuştu.
6 Mart 2010 tarihli tüp bebek mevzuatı uyarınca, transfer edilen embriyo sayısının kısıtlanmasının belli hasta gruplarında, çoğul gebelik oranlarının azaltılması açısından yararlı olduğunu belirten Prof. Dr. Yaralı şunları kaydetti: “Elbette genç yaş gibi belli hasta gruplarında sınırlama olması faydalı bir gelişme oldu. Ancak, mevzuatın ileri bayan yaşı olan olgular ve diğer bazı hasta grupları açısından iyileştirilmeye ihtiyacı vardır. Tüp bebek uygulamalarında hiç arzu etmediğimiz bir diğer komplikasyon da aşırı uyarım sendromudur (OHSS). Tüp bebek hastalarında 10-12 günlük ilaç tedavisi aşamasında kontrollü bir şekilde yumurtalıkları uyarmak istiyoruz. Aşırı uyarım gelişmesi durumunda ki bu durumda kanda estradiol hormon düzeyleri çok yükselmekte, çok sayıda follikül ve dolayısı ile yumurta gelişimi olmaktadır. Damar duvarlarının geçirgenliğinin artması nedeniyle damar içinden dışarıya sıvı sızması oluşmakta ve bu sıvı sızması vücuttaki boşluklarda (karın içi, akciğer vb) toplanabilmektedir. Ağır aşırı uyarım sendromu gelişmesi ölümcül dahi olabilmektedir. Bu nedenle orta ve ağır aşırı uyarım sendromundan kaçınmak en önemli hedeflerden biridir ve tedavi sırasında kontrollü bir uyarım ile 6-10 civarında yumurta elde etmeyi hedeflemekteyiz” şeklinde konuştu.
“Tedavi Seçeneklerinde Hasta Konforunu Gözetmek Gerekir”
Tedavi sırasında hasta konforunu da düşünmek gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Yaralı şunları kaydetti: “Bu kapsamda uygulanacak uyarım protokolünde kullanılacak enjeksiyon sayısının en aza indirgenmesi, hastanın ilaç enjeksiyonlarını cilt altı kendisinin uygulamasının sağlanması ve tedavi sırasında merkeze gelişinin mümkün olduğunca minimize edilmesi hasta konforunu arttıracaktır.”
“Tüp bebek uygulamalarında doğal gelişimden farklı ve kontrollü olarak yumurtalıkları uyarmayı hedefliyoruz” diyen Prof. Dr. Yaralı sözlerini şöyle sürdürdü: “Dışarıdan tedaviyle yumurtalıkları uyarmak istiyoruz. Tüp bebeğin basamaklarında kayıplar olabildiği için örneğin; her 100 folikülün 85’inden yumurta elde edebiliyoruz. Yumurtaların yüzde 75’i olgun oluyor. Olgun yumurtaların yüzde 75-80’i dölleniyor. Bu nedenle kontrollü bir şekilde, hasta emniyetini de gözeterek yaklaşık olarak 6-10 adet yumurta elde etmeyi hedefliyoruz. Bu kapsamda önceden inanılanın aksine ne kadar fazla yumurta o kadar iyi dogmatik görüşü günümüzde terk edildi. Eskiden yapılanın aksine günümüzde daha düşük doz ilaç tedavisi ile yumurtalıklara hafif uyarım yaparak gebelik oranlarından feragat etmeden, hem komplikasyonlardan uzak durmakta hem de daha sağlıklı embriyolar elde edilebilmekteyiz. Örneğin, Hollanda da yapılan bir çalışmada, embriyolara genetik tanı amacıyla bir hücre alınarak biopsi yapılmış ve yüksek doz ilaç kullanılan ve daha çok sayıda yumurta elde edilen tedavi şekillerine göre daha hafif uyarım yapılan sikluslarda embriyoların normal yapıda olma oranı daha yüksek bulunmuştur. Bu çalışma da gösteriyor ki daha az uyarı ile doğala daha yakın sonuçlar elde edebilmekteyiz.”
Tedavi sırasında hasta konforunu da düşünmek gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Yaralı şunları kaydetti: “Bu kapsamda uygulanacak uyarım protokolünde kullanılacak enjeksiyon sayısının en aza indirgenmesi, hastanın ilaç enjeksiyonlarını cilt altı kendisinin uygulamasının sağlanması ve tedavi sırasında merkeze gelişinin mümkün olduğunca minimize edilmesi hasta konforunu arttıracaktır.”
“Tüp bebek uygulamalarında doğal gelişimden farklı ve kontrollü olarak yumurtalıkları uyarmayı hedefliyoruz” diyen Prof. Dr. Yaralı sözlerini şöyle sürdürdü: “Dışarıdan tedaviyle yumurtalıkları uyarmak istiyoruz. Tüp bebeğin basamaklarında kayıplar olabildiği için örneğin; her 100 folikülün 85’inden yumurta elde edebiliyoruz. Yumurtaların yüzde 75’i olgun oluyor. Olgun yumurtaların yüzde 75-80’i dölleniyor. Bu nedenle kontrollü bir şekilde, hasta emniyetini de gözeterek yaklaşık olarak 6-10 adet yumurta elde etmeyi hedefliyoruz. Bu kapsamda önceden inanılanın aksine ne kadar fazla yumurta o kadar iyi dogmatik görüşü günümüzde terk edildi. Eskiden yapılanın aksine günümüzde daha düşük doz ilaç tedavisi ile yumurtalıklara hafif uyarım yaparak gebelik oranlarından feragat etmeden, hem komplikasyonlardan uzak durmakta hem de daha sağlıklı embriyolar elde edilebilmekteyiz. Örneğin, Hollanda da yapılan bir çalışmada, embriyolara genetik tanı amacıyla bir hücre alınarak biopsi yapılmış ve yüksek doz ilaç kullanılan ve daha çok sayıda yumurta elde edilen tedavi şekillerine göre daha hafif uyarım yapılan sikluslarda embriyoların normal yapıda olma oranı daha yüksek bulunmuştur. Bu çalışma da gösteriyor ki daha az uyarı ile doğala daha yakın sonuçlar elde edebilmekteyiz.”
“1980 Yılında Bu Oran 6.7 İken 20 Yıl Sonra Aynı Klinikte3.6”
20 yıl ara ile yapılan iki çalışmanın sonuçlarının karşılaştırılması ile ilgili Prof. Dr. Yaralı şu bilgileri verdi: “1970-80’li yıllarda yumurta daha mı iyi kullanılıyordu? Bu durumu şu şekilde değerlendirebiliriz. Başarıyı değerlendirirken toplanan her 100 yumurta başına canlı doğum oranlarının karşılaştırılması daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Bu oran ne kadar yüksek olursa yumurtaların o kadar verimli olduğu kabul edilmektedir. Tüp bebek uygulamasının dünyada ilk olarak yapıldığı Bourn Hall kliniğinde bu oran 1980 yılında yüzde6.7 iken 2000 yılında yüzde 3.6 olarak hesaplanmıştır. Bu çalışma 2005 yılında da çok saygın dergilerden biri olan Human Reproduction’da yayınlanmıştır. Sonuç olarak görülmektedir ki fazla sayıda yumurta elde etmekten ziyade daha yumuşak uyarım ile doğala yakın tedavi yaparak daha az ancak daha kaliteli yumurta elde edilmesi, gebelik oranları üzerine de olumlu katkıda bulunabilecektir.”
20 yıl ara ile yapılan iki çalışmanın sonuçlarının karşılaştırılması ile ilgili Prof. Dr. Yaralı şu bilgileri verdi: “1970-80’li yıllarda yumurta daha mı iyi kullanılıyordu? Bu durumu şu şekilde değerlendirebiliriz. Başarıyı değerlendirirken toplanan her 100 yumurta başına canlı doğum oranlarının karşılaştırılması daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Bu oran ne kadar yüksek olursa yumurtaların o kadar verimli olduğu kabul edilmektedir. Tüp bebek uygulamasının dünyada ilk olarak yapıldığı Bourn Hall kliniğinde bu oran 1980 yılında yüzde6.7 iken 2000 yılında yüzde 3.6 olarak hesaplanmıştır. Bu çalışma 2005 yılında da çok saygın dergilerden biri olan Human Reproduction’da yayınlanmıştır. Sonuç olarak görülmektedir ki fazla sayıda yumurta elde etmekten ziyade daha yumuşak uyarım ile doğala yakın tedavi yaparak daha az ancak daha kaliteli yumurta elde edilmesi, gebelik oranları üzerine de olumlu katkıda bulunabilecektir.”
“Antagonist protokolünü artık daha sık uygulamaktayız.”
Hasta dostu tedavilerin kliniklerde uygulanmasının gerekliliğine dikkat çeken Prof. Dr. Yaralı, “Tüp bebek uygulamalarında kısa ve uzun protokoller vardır. Hasta dostu kısa-antagonist protokol ile hem hasta konforu gözetilmekte hem de ağır aşırı uyarım sendromu riski en aza indirilebilmektedir. 2006 yılında Hollanda da yapılan bir çalışmada da görüldüğü gibi kısa protokol ile gebelik oranlarından da feragat edilmemektedir. 2007 yılında yine Hollanda da yapılan bir çalışmada ise adetin 2-3. gününde başlanan antagonist protokolü ile adetin 5. günü tedaviye başlanan dolayısı ile daha az enjeksiyon ve daha az ilaç kullanımı olan mild stimülasyon karşılaştırılmıştır. Bu çalışmada antagonist protokol uygulanan hastalara devlet yardımı olarak 1 yıl için 3 hak, mild stimülasyon uygulanan hastalar için 4 hak verilmiştir. Sonuçlar karşılaştırıldığında eve canlı bebekle gitme oranlarının benzer olduğu görülmüştür. Dolayısı ile devlet desteği olsa bile hastanın tedaviye uyumunu arttırmak ve tedaviye küsmesini önlemek için hasta dostu tedaviler öncelikle tercih edilmelidir” diye konuştu.
Hasta dostu tedavilerin kliniklerde uygulanmasının gerekliliğine dikkat çeken Prof. Dr. Yaralı, “Tüp bebek uygulamalarında kısa ve uzun protokoller vardır. Hasta dostu kısa-antagonist protokol ile hem hasta konforu gözetilmekte hem de ağır aşırı uyarım sendromu riski en aza indirilebilmektedir. 2006 yılında Hollanda da yapılan bir çalışmada da görüldüğü gibi kısa protokol ile gebelik oranlarından da feragat edilmemektedir. 2007 yılında yine Hollanda da yapılan bir çalışmada ise adetin 2-3. gününde başlanan antagonist protokolü ile adetin 5. günü tedaviye başlanan dolayısı ile daha az enjeksiyon ve daha az ilaç kullanımı olan mild stimülasyon karşılaştırılmıştır. Bu çalışmada antagonist protokol uygulanan hastalara devlet yardımı olarak 1 yıl için 3 hak, mild stimülasyon uygulanan hastalar için 4 hak verilmiştir. Sonuçlar karşılaştırıldığında eve canlı bebekle gitme oranlarının benzer olduğu görülmüştür. Dolayısı ile devlet desteği olsa bile hastanın tedaviye uyumunu arttırmak ve tedaviye küsmesini önlemek için hasta dostu tedaviler öncelikle tercih edilmelidir” diye konuştu.
“SHAPE toplantısı Türkiye’de ilk ve tek olarak yapıldı.“
“SHAPE” isimli toplantı yakın zamanda Türkiye’de ilk olarak yapıldığını kaydede Prof. Dr. Yaralı, “2010 yılında toplam 6 merkeze ek olarak 4 merkez daha bu toplantı kapsamına alındı. Bu toplantı alanında deneyimli ve başarılı olan belli sayıda merkezde yapılan bir toplantıdır. Biz de merkezimizde bu toplantıyı düzenleyerek, yurtdışından gelen meslektaşlarımız ile antagonist protokoller ile ilgili kendi deneyimlerimizi paylaşma ve kendi vakalarımızı tartışma imkanı bulduk. Yumurtalık rezervine göre hastalar düşük, orta ve yüksek rezervli hastalar olarak gruplanmaktadır. Normal ve aşırı over rezervi olan hastalar da kısa/antagonist protokol ile daha az enjeksiyon, merkeze takip için daha az gelme gerekliliği, daha az aşırı uyarım semdromu gelişme riski olmakta ve uzun protokole göre benzer gebelik oranları elde edilmektedir. Düşük over rezervi olan hastalarda ise en iyi protokolün hangisi olduğuna dair literatürde kesin bir fikir birliği bulunmamaktadır” diye konuştu.
“SHAPE” isimli toplantı yakın zamanda Türkiye’de ilk olarak yapıldığını kaydede Prof. Dr. Yaralı, “2010 yılında toplam 6 merkeze ek olarak 4 merkez daha bu toplantı kapsamına alındı. Bu toplantı alanında deneyimli ve başarılı olan belli sayıda merkezde yapılan bir toplantıdır. Biz de merkezimizde bu toplantıyı düzenleyerek, yurtdışından gelen meslektaşlarımız ile antagonist protokoller ile ilgili kendi deneyimlerimizi paylaşma ve kendi vakalarımızı tartışma imkanı bulduk. Yumurtalık rezervine göre hastalar düşük, orta ve yüksek rezervli hastalar olarak gruplanmaktadır. Normal ve aşırı over rezervi olan hastalar da kısa/antagonist protokol ile daha az enjeksiyon, merkeze takip için daha az gelme gerekliliği, daha az aşırı uyarım semdromu gelişme riski olmakta ve uzun protokole göre benzer gebelik oranları elde edilmektedir. Düşük over rezervi olan hastalarda ise en iyi protokolün hangisi olduğuna dair literatürde kesin bir fikir birliği bulunmamaktadır” diye konuştu.
“Klinefelter Sendromunda Literatürde Dünyadaki 3. En Büyük Seri Bize Ait”
Klinefelter Sendromu, yani erkekte 47 XXY koromozom yapısının bulunduğu hastalar ile ilgili geniş bir seriye sahip olduklarını kaydeden Prof. Dr. Yaralı, “Bu tip hastalarda menide sperm olmuyor. Bu hastaların yaklaşık olarak yüzde 50-55’inde testisinden sperm elde ederek tüp bebek yapabiliyoruz. Bu hastalıkta dünyada 3. büyük seri bize ait ve deneyimimizi yurtdışı saygın bir dergide de yayınladık. Bu nedenle yurt dışından hekimler gelerek çalışmalarımızı incelemeyi istiyorlar” dedi.
Klinefelter Sendromu, yani erkekte 47 XXY koromozom yapısının bulunduğu hastalar ile ilgili geniş bir seriye sahip olduklarını kaydeden Prof. Dr. Yaralı, “Bu tip hastalarda menide sperm olmuyor. Bu hastaların yaklaşık olarak yüzde 50-55’inde testisinden sperm elde ederek tüp bebek yapabiliyoruz. Bu hastalıkta dünyada 3. büyük seri bize ait ve deneyimimizi yurtdışı saygın bir dergide de yayınladık. Bu nedenle yurt dışından hekimler gelerek çalışmalarımızı incelemeyi istiyorlar” dedi.
Yorumlar