SANATSAL SAĞLIK
Bu haberi okumadan burayı tıklayın
Körlüğün ve tangonun bir arada başarılı şekilde işlendiği“Kadın Kokusu” filmi hakkında Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı öğretim üyesi Doç. Dr. Koray Gümüş ile hobisi olan dansı ve ülkemizdeki körlük nedenlerini konuştuk.
Sanatın tıpla buluştuğu ve farklı sanat dallarını ele aldığımız haber çalışmamızın bu ay ki konuğu olan Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı öğretim üyesi Doç. Dr. Koray Gümüş ile tango denilince akla ilk gelen film olan “Kadın Kokusu” ve filmde işlenen körlüğü konuştuk. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi 1. sınıf öğrencisi iken “tango” ile tanışan Gümüş, bu süreçte sadece ders çalışmak ve sonucunda da sosyal yönü zayıf bir hekim olmak istemediği için dansa başladığını anlattı. Tangonun ve körlüğün en iyi şekilde işlendiği filmlerden bir olan Kadın Kokusu (Scent of a Woman) hakkında görüşlerini anlatan Doç. Dr. Koray Gümüş, körlük nedenlerini ve bir duyunun zayıfladığında diğer duyulara olan etkisi üzerine bilgi verdi. Gümüş, ayrıca dansın, hekimler için sahne korkusunun azaltılmasında etkisinin büyük olduğunu söyledi.
Kadın Kokusu, Unutulmaz Sahne ve Körlük
Kadın Kokusu (Scent of a Woman) Al Pacino' nun en iyi erkek oyuncu Oscarını kazandığı 1992 yapımı filmdir. Al Pacino bu filmde emekli olmuş kör bir subayı kendi dünyasından izleyicilere sunmaktadır. Film,Oscar Ödülleri'nde en iyi görüntü, düzenleme, en iyi aktör dallarında aday gösterilmiş, en iyi aktör ödülünü Al Pacino ile kazanmıştır. Tango denildiğinde ilk akla gelen filmlerden olan Kadın Kokusu, körlerin hayata bakış açısını da ele alıyor.
Al Pacino canlandırdığı karaktere hazırlanmak amacıyla 6 ay körler okulunda yaşayarak ciddi bir eğitim almış, film çekimlerine de bu deneyimini başarılı bir şekilde yansıtmış.
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı öğretim üyesi ve dans eğitmeni Doç. Dr. Koray Gümüş, Sağlık Dergisi Yazı İşleri Müdürü Esra Öz’ün sorularını yanıtladı.
Neden ‘Kadın Kokusu’ filmi?
Aslında bu sorunun cevabı çok basit. Profesyonel anlamda göz ve dolayısıyla görme ile ilgilenirken ve uzun yıllardır da tango yaparken, insanın aklına ilk gelen film Al Pacino’nun muhteşem bir oyunculuk örneği gösterdiği ve en iyi aktör ödülünü aldığı ‘Kadın Kokusu- Scent of a Woman’ filmi oluyor. 1992 yapımı eski bir film olmasına ve daha önce defalarca izlemiş olmama rağmen, aklıma geldikçe filmi izliyor ve her defasında farklı bir tat alıyorum. Neden yıllar içerisinde izlediğim yüzlerce film dururken, ‘Kadın Kokusu’ bu denli tat veriyor insana? Öncelikle, oyunculuklar gerçekten üst düzeyde. Al Pacino çok zor bir rolü öylesine ustalıkla oynamış ki, bu izleyenlere farklı bir keyif veriyor. İkinci olarak, bu filmi her izlediğimde unuttuğum bazı gerçekleri hatırlıyorum. Bir düşünsenize, hayatı öylesine yaşarken birçok şeyin farkında bile değiliz aslında. Görmek, duymak, dokunduğunda hissedebilmek, koku almak, tat almak, yürüyebilmek, konuşabilmek, nefes almak gibi bu listeyi daha da uzatmak mümkün. Bu unsurların aslında hayatımızda ne denli önemli olduğunu ancak bunları kaybettiğimizde anlıyoruz. Asıl yapmamız gereken ne? Hayatta hiç bir şeye sahip değilken bile, sadece ve sadece bunlara sahip olduğumuz için şükretmeliyiz. İşte belki de, ‘Kadın Kokusu’ filmini her izlediğimde bunu hatırladığım için ayrı bir keyif alıyorum. Bu filmi tercih etmemdeki diğer bir neden ise Al Pacino’nun okulda yaptığı o etkileyici konuşma ve verdiği mesajlardır. Bir diğeri de bir insanın yaşamında dürüstlük ve cesaretin ne denli önemli olduğu öyle güzel bir şekilde veriliyor ki filmde. Ve sona sakladığım neden, Al Pacino’nun görmeden yaptığı o güzel tango parçası eşliğinde yaptığı şovu. Gerçekten izlemeye değer.
‘Kadın Kokusu’ filminde körlüğün işlenişi gerçeği yansıtıyor mu?
Uzun zamandır dansın içindeyim. Dahası profesyonel işim gereği, görmesi bozulmuş ve bazen de görmesini tamamen kaybetmiş insanlarla uğraşıyorum. Bu açıdan filmde, görme engelli bir insanı oynamak, çok farklı zıt karakterleri, farklı cinsiyetleri ve kendi karakterine ters bir karakteri oynamaktan bile daha zor diye düşünüyorum. Bu rolü oynayacak kişinin izleyenlere, hem fiziksel olarak görme engelli olduğu hissini verebilmesi hem de görme engelli birisinin yaşadığı tüm zorlukları gösterebilmesi gerekir. İnanın bana bu hiç de kolay değildir. Lütfen gözleriniz açıkken sanki görmüyormuş gibi davranmaya çalışın. Bir de zifiri bir karanlığa girdiğinizdeki hareketlerinizi bir düşünün ve karşılaştırın. Bu rolü oynamanın ne denli zor olduğunu göreceksiniz. Dolayısıyla, bir filmde görme engelli birini oynayabilmek için çok ciddi bir eğitim gerektiğine inanıyorum. Rolü oynayacak kişi yılların ustası Al Pacino olsa bile. Al Pacino da bu filmi çekmeden önce aylarca bu konuda çok ciddi eğitim almış ve bu filmde körlüğü çok iyi bir şekilde işlemiştir.
Filmde körlükte koku algısının arttığı üzerinde duruluyor. Bu durum doğru mu?
İnsanda bazı duyular doğuştan olmadığında ya da sonradan kaybedildiğinde, diğer duyuların güçlendiğini biliyoruz. Dolayısıyla filmde görme duyusunu yitirmiş bir kişide koku alma duyusunun geliştiği çok güzel bir şekilde işlenmiştir. Aslına bakarsanız, böyle bir durumda, yani bir duyunuzu kaybettiğinizde sadece bir duyunuz değil diğer tüm duyularda ciddi bir gelişme olabilmektedir. Bu da insan vücudunun kusursuz işleyişinden kaynaklanmaktadır. Çünkü, vücudumuz öyle mükemmel bir şekilde çalışmaktadır ki, duyularımızdan birinde bir sorun olduğunda, onun meydana getireceği fonksiyonel açığı kapatmak için diğer duyular daha çok devreye girmekte ve daha çok çalışmaktadır.
Ülkemizde genel olarak körlük yapan nedenler nelerdir? Türkiye’deki durum hakkında kısaca bilgi verir misiniz?
Ülkemizde ve dünyada körlüğün ve diğer görme yetersizliklerinin nedenleri genel olarak benzerlik göstermektedir. Bu nedenler arasında ilk 3 sırayı katarakt, glokom ve yaşa bağlı maküla dejenerasyonu bulunmaktadır. Bunların yanı sıra kalıtımsal hastalıklar, enfeksiyonlar, travma, şeker hastalığı, yüksek tansiyon ve tümörler de körlük yapan hastalıklar arasında önemli yer tutmaktadır. Bu hastalıkların bir kısmı erken tanı ve doğru tedavi yöntemleri ile kısmen ya da tamamen düzeltilebilirken, diğer bir kısmı maalesef düzeltilememektedir. Ülkemiz körlük yapan hastalıklar konusunda gelişmiş ülkelerdeki tüm teşhis ve tedavi imkanlarına sahiptir.
Körlüğe karşı geliştirilen tanı ve tedavi yöntemleri nelerdir?
Öncelikle körlük ya da görmede yetersizlik yapan temel 3 nedenden birincisi, katarakttır. Kataraktlar doğuştan olabileceği gibi, daha çok ileri yaşlarda ortaya çıkarlar. Bazen de travma neticesinde ya da gözde geçirilmiş hastalıkların sonucunda ve diyabet gibi sistemik bir hastalığa bağlı olarak da gelişebilirler. Kataraktın tedavisi cerrahidir. Ülkemizdeki duruma baktığımızda gururla söyleyebilirim ki, Türkiye gerek bilgi, beceri ve deneyim gerekse, kullandığı teknoloji açısından dünyada söz sahibi bir noktaya gelmiş bulunmaktadır. Körlük nedenleri arasında önemli bir yeri olan glokomun çok çeşitli nedenleri bulunmaktadır. Bunların içerisinde en yaygın görülen açık açılı glokomdur. Genel olarak açık açılı glokom sinsi başlayan ve yavaş gelişen bir hastalıktır. Oldukça sinsidir ve maalesef genellikle, tamiri mümkün olmayan görüş kaybı oluşturduktan sonra teşhis edilmektedir. Tedavi uygulanmadığı durumlarda, görme sinirindeki harabiyet daha da artar ve sonuç olarak görüş alanı daralmaya başlar ve bu harabiyet durdurulamadığı takdirde, sonuç körlüğe varır. Bu nedenle de erken tanı ve tedavi son derece önemlidir. Yaşa bağlı maküla dejenerasyonu diğer önemli bir görme kaybı nedenidir. Özellikle 65 yaş üzerindeki insanlarda daha sık görülen yaşa bağlı maküla dejenerasyonu da, özellikle günümüzde, erken tanı ve uygun tedavilerle, kontrol altına alınabilir ve kısmen tedavi edilebilir hale geldi.
Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
7 Ekim 1976, Ankara doğumluyum. 2000 yılında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde tıp doktoru unvanı aldıktan sonra, 2004 yılında yine aynı üniversitenin Göz Hastalıkları Anabilim Dalı’nda göz hastalıkları ve cerrahisi uzmanı oldum. 2005 yılında Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı’na başladım ve hala aynı klinikte doçent olarak çalışmaktayım. Temel olarak çalıştığım konular kornea ve diğer oküler yüzey hastalıkları, kontakt lens, katarakt ve refraktif cerrahi işlemlerdir. Geçirdiğim 35 seneyi genel olarak değerlendirdiğimde, dünyanın en şanslı insanlarından biri olduğuma inanıyorum. Çünkü, işini severek yapan bir hekim ve çiçeği burnunda bir akademisyenim. Öyle ki, bir daha dünyaya gelsem yine doktor olurdum ve yine göz hastalıklarını seçerdim diyecek kadar çok seviyorum şu anki yaptığım işi.
Terazi burcuyum. Burçlara inanan birisi olarak da, burcumun özelliklerini genel olarak gösterdiğime inanıyorum. Genel olarak olaylara pozitif bakmaya çalışan, enerjisi yüksek, sıcakkanlı, girişken, çalışmayı çok seven, spor ve danstan büyük keyif alan, koyu bir Fenerbahçeli, hümanist tarafı her zaman öne çıkan, ailesine düşkün, güzelliğe ve aşka önem veren bir kişiyim. http://koraygumus.blogspot.com
Dansla olan ilginiz ne zaman başladı?
Gerçek anlamda dans ile Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi 1. sınıf öğrencisi iken tanıştım. Eğitiminin çok ağır ve zahmetli olduğunu bildiğim Tıp Fakültesi’ni bilerek yazmış ve kazandığım için de çok mutlu olmuştum. Ancak bu süreçte sadece ders çalışmak ve sonucunda da sosyal yönü zayıf bir hekim olmak istemiyordum. Bu nedenle de, bana gerek fiziksel gerekse ruhsal destek sağlayacak ve endirekt olarak da eğitimime katkıda bulunacak iyi bir hobi ararken de kendimi Hacettepe Klasik Dans Topluluğu’nun içinde buluverdim.
Geçmişe döndüğünüzde dansa başlama kararınız hakkında ne düşünüyorsunuz?
Hiç şüphem yok ki, dansa başlama kararı hayatımda verdiğim en doğru kararlardan bir tanesidir. Öyle ki, 1994 yılında dansa başladığımı varsayarsak, yaklaşık 18 yıldır dansın bir fiil içerisindeyim. Ve hiç bir zaman, hiç bir koşulda danstan uzaklaşmayı düşünmedim. En yoğun dönemlerimde ve en kritik sınavlarımın öncesinde bile dans ederek ve bildiklerimi kursiyerlerime anlatarak deşarj oldum ve bu sancılı süreçleri çok daha kolay ve başarılı bir şekilde atlatmayı başarabildim.
Tıp Fakültesi’nde okumanın çok zor olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu yoğun ve zor eğitim süreci ile dansı nasıl yürüttünüz?
Tıp fakültesi gerçekten zor ve ciddi özveri isteyen bir eğitim sürecine sahip. Bu süreç özellikle belirli dönemlerde hem ruhsal hem fiziksel olarak insana çok ağır gelebiliyor. Hele de, bu mesleği isteyerek yazmamışsanız, işte o zaman tam bir kabus olabiliyor. Ama ben bu anlamda şanslı insanlardan bir tanesiyim. Çünkü, doktorluk mesleğini çok istemiştim ve bu nedenle de tıp fakültesi hayatım çok eğlenceli ve başarılı geçti. Bana göre bunda rol oynayan 3 önemli faktör vardı. Yaptığım işten çok keyif almak, çok düzenli çalışmak ve düzenli dans etmekti.Öyle ki, hiç unutmuyorum, Pazartesi günü komite sınavım olurdu ve biz dans ekibi ile hafta sonu 8-10 saat çalışmış olurduk. Kendi işinizi ihmal etmediğiniz sürece dans sizi inanılmaz derecede deşarj edebiliyor. Kafanız boşalıyor, fiziksel olarak rahatlıyorsunuz, müzik ile ruhunuz arınıyor resmen.
Sanırım, sadece tango ile ilgilenmiyorsunuz. Hangi danslarla ilgilendiğinizi öğrenebilir miyiz?
Arjantin Tangosu benim favori dansım. Ama dansa ilk olarak Rhumba, Cha Cha, Jive, Swing, Merengue ve Salsa gibi salon Latin dansları, Vals ve Avrupa Tangosu ile başladım. Sonra da, o dönemler Türkiye için de yeni bir dans olan Arjantin Tangosu ile tanıştım ve tek kelimeyle aşık oldum.
Neden Arjantin Tangosu?
Aslına bakarsanız, bütün dans türlerini severek yapmaktayım. Her birinin benim için ayrı bir yeri bulunmaktadır. Ama yine de gerek kişiliğimi daha iyi yansıtması, üstümdeki duruşu ve aldığım mutluluk açısından Arjantin Tangosu benim için çok özel bir dans. Bana göre, Arjantin Tangosu sadece bir dans değildir. Tango bir yaşam stilidir. Gerek müziğindeki lezzet gerekse tutkulu, dokunaklı ve kışkırtıcı dokusuyla Arjantin Tangosu gerçekten çok özel bir danstır ve içinde barındırdığı duygularla, her insan için çok farklı şeyler ifade etmektedir. Öyle ki, kimi çift dans ederken kavgayı ve savaşı yaşarken, diğer bir çift ise romantizmin ve aşkın en üst noktasını doyasıya yaşayabilmektedir.
Dans eğitmenliğine ne zaman ve nasıl başladınız?
Dansa hobi olarak başlamıştım aslında. Daha sonra ilk olarak kulübümüzün gösteri grubuna seçildim. Gruba seçildikten sonra da bazı televizyon programlarında, özel etkinliklerde ve açılışlarda çok sayıda dans gösterisine katıldım. Dolayısıyla, o dönemde bir milat yaşadım. Çünkü, sadece hobi olarak başladığım dans benim için boyut değiştirmişti artık. Dansa sadece hobi olarak bakmıyor, bir taraftan sürekli kendimi eğitirken bir taraftan da dans eğitmeni olmak için çaba sarf ediyordum. İşte bütün bu süreçlerin ardından, o zamanki değerli hocalarımın da katkısıyla dans eğitmeni olarak çalışmaya başladım. Ve yıllardır hobi olarak dans eğitmenliği yapıyor, dansa ait bildiğim ne varsa, büyük bir keyif ile insanlarla paylaşıyorum.
Dansın iş ve günlük hayatınıza katkısı nelerdir?
Dansın iş ve günlük hayatımda farklı alanlarda faydalarını görüyorum. Öncelikle, dansın fiziksel sağlığımıza olan etkisinden bahsetmek isterim. Spor sağlığımız açısından olmazsa olmaz bir aktivite. İşte dans da, öncelikle bize böylesi bir olanak sunuyor. Dans ederek, hem keyif alıyor hem de ciddi efor sarf ederek spor yapıyoruz. Esneklik kazanıyor ve postürümüzü düzeltiyoruz. İkinci avantajı olarak, dansın meditasyon etkisinden bahsetmek istiyorum. İşte harcadığımız zaman, günlük hayatımızın önemli bir parçasını oluşturuyor. Çok çalışıyor, fiziksel ve ruhsal olarak devamlı yıpranıyoruz. Bazen stresten midemize kramplar girebiliyor. İşte hayatınıza dansı soktuğunuzda, haftada iki saat bile olsa, bütün bu streslerden arınıyor, kafanızı boşaltıyor ve inanılmaz gevşiyorsunuz. Bu şekilde rahatlamanın iş hayatınıza olan pozitif katkısını bir düşünün. Dansın bir başka katkısı ise sosyalleşme. Dans dersine gittiğinizde bambaşka sektörlerden ve değişik yaş gruplarından insanlarla tanışma imkanı buluyorsunuz. Dansın diğer önemli bir katkısı da iletişim becerilerimizi arttırmasıdır. Dans yaparak, hayatınızda ilk defa olarak sözlü iletişim dışında başka bir iletişim aracı ile tanışmış oluyorsunuz. Dans ettiğiniz partneriniz ile bedeninizi kullanarak, sadece enerji aktarımı ile iletişimi öğreniyorsunuz. Ve insanın konuşmadan nasıl mükemmel bir iletişim kurabileceğini görüyorsunuz. Bu konudaki en iyi örnek ‘Kadın Kokusu’ filminde gözleri görmeyen Al Pacino’nun yaptığı dans. Böyle şeyler sadece filmlerde olur diye düşünmeyin. Çünkü, biz de zaman zaman eğitimlerimiz sırasında gözlerimizi kapatarak tango yapıyoruz. Dansın faydalarından bahsediyorken, sahne korkusunu azaltmasında dansın rolünden bahsetmeden geçemeyeceğim. Bizler gerek mesleğimiz nedeniyle gerekse başka nedenlerle podyuma çıkmak zorunda kalıyor ve toplum önünde konuşmalar yapıyoruz. Bu olay birçoğumuz için başlı başına bir stres kaynağı. Tanımadığınız insanlar önünde dans etmeyi öğrenip bu korkunuzu yendiğinizde, her türlü sahnede çok daha öz güvenli oluyorsunuz ve artık sahneler stresli olmaktan ziyade keyifli bir hale dönüşüyor.
Bu hobiyi tavsiye eder misiniz?
Kesinlikle tavsiye ederim. Hiç bir yaş sınırı koymaksızın herkese dans etmeyi öneriyorum. Bunu özellikle ifade ediyorum. Çünkü genelde insanlar bana ‘ya benim yaş geçti, artık bu saatten sonra dansa başlayamam’ diyor. Çok büyük bir yanlış. Dansın yaşı yok. Ama şunu çok net söyleyebilirim, ne kadar geç başlarsanız o kadar çok pişmanlık yaşayacaksınız.
Konu dans olduğunda benim ve daha birçok kişinin dansa adım atmasında çok önemli katkıları olan, sevgili Didem Dinçerden Hocamızı bu vesile ile anmak istiyorum. Maalesef kendisini yakın zamanda, uzun yıllar savaştığı meme kanserinden kaybettik.
Yorumlar