Ana içeriğe atla

ORGAN BAĞIŞI HABERCİLİĞİ, BASIN MERCEĞİ ALTINDA

Sağlık Bakanlığı ve Avrupa Birliği  tarafından düzenlenen "Organ Bağışında Uyum için Teknik Yardım Projesi" kapsamında "AB Organ Bağışı 2. Medya Çalıştayı"nda medyanın rolü ele alındı. Türkiye’de ilk yüz naklini gerçekleştiren Akdeniz Üniversitesi Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Estetik Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ömer Özkan, Türkiye'de kadavradan organ bağışının yetersiz olduğunu söyleyerek, “Beyin ölümünden sonra kişi bir daha hayata dönemez. 'Allah'tan ümit kesilmez' cümlesi, maalesef beyin ölümünden sonra geçerli değildir. Organ bağışının artması için beyin ölümü tanılarının arttırılması gerekiyor, hem ekibin hem insanların buna inanması gerekiyor. Önceden vasiyetin teşvik edilmesi çok önemli. Günümüzde siz istediğiniz kadar organlarınızı bağışlayın öldükten sonra hiçbir anlamı yok. Yakınlarınızın buna onay vermesi gerekiyor. ” dedi.

Avrupa Birliği “Organ Bağışında Uyum İçin Teknik Yardım Projesi” kapsamında İstanbul’da AB Organ Bağışı 2. Medya Çalıştayı düzenlendi. AB müktesebatının kamu sağlığı alanında uyumluluğu ve uygulanmasına katkıda bulunmak amacıyla düzenlenen çalıştaya Avrupa Birliği, Sağlık Bakanlığı yetkilileri, akademisyenler ve medya temsilcileri katıldı.

Proje takım lideri Dr. Lajos Kovacs, proje ile Türkiye'de özellikle kadavradan organ bağışının artırılmasına yoğunlaşarak, Avrupa Birliği müktesebatının kamu sağlığı alanında uyumluluğu ve uygulamasına katkıda bulunulmasının hedeflendiğini söyledi. Kovacs, AB ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından finanse edildiğini, eğitimlerin ve medya çalıştaylarının devam edeceğini belirtti.


Türkiye'de organ nakli bekleyen hasta sayısının, kadavradan elde edilen organ sayısından çok daha fazla olduğunu vurgulayan Kovacs, AB ülkelerinde kadavradan organ bağışı oranının Türkiye'den kat kat fazla olduğuna dikkati çekti. Kovacs, Türkiye'de yoğun bakımların sayısının iyi durumda olduğunu, beyin ölümü bildirimlerinin arttığını, ancak hedeflenen bağış sayısına ulaşılamadığını dile getirdi.



 “Organ Bağışında Medyanın Rolü Çok Önemli”
Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Genel Müdür Yardımcısı Arif Kapuağası yaptığı konuşmada, organ bağışı konusunda olumlu ve olumsuz haberlerin kişileri anında etkilediğini ve çok hızlı geri dönüş aldıklarını belirterek, “medya mensupları ile beraber topluma organ bağışı ile ilgili en pozitif uyarıları nasıl verebiliriz, negatif uyarıları en iyi nasıl pozitif hale getirebiliriz, bunla ilgili karşılıklı görüş alışverişi yapmak için bir aradayız. Sizin verdiğiniz olumlu bir haber insanlara olumlu yansıyor. Olumsuz bir haberde ise birimimize organ bağışını iptal ettirmek için çok sayıda telefon geliyor. Toplumumuzda bir özellik var, manşete baktığı zaman alt tarafını maalesef okumuyor. Ondan sonra kararını veriyor, bizi arıyor ben bağışımdan vazgeçtim diyor. Halbuki içeriğine baktığı zaman manşetle içeriği çok farklı.” şeklinde konuştu.  

"Türkiye'de Nakil Bekleyen Hastaların Ancak Yüzde 16'sına Organ Bulunabiliyor"
Kapuağası, Türkiye Organ, Doku Bilgi Sistemine kayıtlı yaklaşık 25 bin hastanın organ nakli olabilmek için sıra beklediğini söyledi. Organ bulunamadığı için çok sayıda kişinin hayatını kaybettiğini dile getiren Kapuağası, 2013 yılında yaklaşık bin 800 kişinin yaşamını yitirdiğini bildirdi.

“'Allah'tan Ümit Kesilmez' Cümlesi  Beyin Ölümünde Geçerli Değildir”
Prof. Dr. Özkan, canlı donör sayısında dünyada ilk sıralarda yer alırken kadavradan organ bağışında yeterli düzede olmadığımızı belirterek beyin ölümü kavramının iyi anlaşılması gerektiğini söyledi. Özkan, “Beyin ölümünden sonra kişi bir daha hayata dönemez. 'Allah'tan ümit kesilmez' cümlesi, maalesef beyin ölümünden sonra geçerli değildir” dedi.


“Organ Bağışında Ahlaksal, Kültürel, Toplumsal Bilinci Henüz Oturtamadık”
Türkiye'de ilk yüz naklini gerçekleştiren Akdeniz Üniversitesi Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Ömer Özkan, organ bağışında özellikle kadavradan bağış sorununun devam ettiğini belirterek, “Sayı artıyor ama istediğimiz ölçüde değil. Organ naklinin bir çok boyut var; tıbbi, felsefi, dini, ekonomik boyutları olan bir konu. Biz tıbbi boyutunu çoktan aştık. AB ile uyum müzakeresi yapıyoruz ama gururla söyleyebilirim ki bizi tıbbi olarak geride görebilecekleri hemen hemen hiçbir şey yoktur diye düşünüyorum. Hukuk boyutunu çoktan çözmüşüz, felsefe boyutunu sürekli konuşuyoruz zaten, dinsel boyutunda hakikaten bu işi bilen insanlar olumlu beyanlarda vermiş durumdalar. Ekonomik boyutunda az sıkıntı çekiyoruz. Ama bahsettiğimiz ahlaksal, kültürel, toplumsal bilinci henüz oturtamadık. Ben ümitliyim.” dedi. 

“Devlet Desteği Sonsuz”
Mevzuatta bir sıkıntı yaşamadıklarını birçok Avrupa ülkesinde bu mevzuatlar gizlenirken Türkiye’de internette herkesin ulaşabileceğini belirten Prof. Dr. Özkan, “Mevzuatta sıkıntı olmadığını düşünüyoruz ki bu mevzuatlar internette çok rahat görülebiliyor. Birçok Avrupa ülkesinde bu mevzuatlar gizleniyor. Belli merkezlerin kendi sayfalarında veya para karşılığında bulabilirsiniz. Bizim bu konudaki mevzuatlarımız herkese açık, hiç bir gizliliği olmayacak şekilde internette rahatlıkla ulaşabiliyorsunuz. Devlet desteği gerçekten sonsuz. Ben bunu son 4-5 yıl içerisinde bizzat yaşadığım çok iyi biliyorum. Yeter ki sizin yapabildiğinize inansınlar, her türlü destek veriliyor. Toplum desteği de aslında çok fazla ama bizde maalesef sistem, kültür dediğimiz kavram tam oturmadığı için belli zamanlarda pikler yapıyoruz fakat sonra o baza yine iniyoruz. O baza inmememiz için çaba göstermemiz gerekiyor” diye konuştu. 


“Alt Yapı Kadar Bilimsel Çalışmalar da Önemli”
Organ nakli tedavisini uygulayabilmek için alt yapı, donör kaynağı, nakil merkezi ve sağlık personelinin olması gerektiğini fakat sürekliliğinin olabilmesi için o merkezlerin aynı zamanda bilim merkezi de olması gerektiğini söyleyerek, “Bugün nakiller çok başarılı yapılıyor diyoruz ama 2 bin yılından sonra nakiller çok başarılıydı çünkü yapılan bilimsel çalışmalar yeni ilaçlar daha az yan etkiler oluşturuyor daha kolay kullanabiliyoruz, teknik alt yapılar gelişti bir 5 sene sonra 10 sene sonra bugünkülerden çok daha iyileri yapılması gerekiyor. Kullandığımız ilaçların çok daha az yan etkilerinin olması gerekiyor. Dolayısıyla bir merkezin mutlaka bu nakli sahiplenebilmesi için alt yapı kadar bilimsel çalışmalara da yer vermesi gerekiyor.” şeklinde konuştu.  

“Beyin Ölümü Deklarasyonlarının Artması Gerekiyor”
Bakın beyin ölümü sayısı deklarasyonunun artması gerektiğini belirten Prof. Dr. Özkan, “İnsanların beyin ölümü oldu diye sevinmiyoruz biz. Bu insanlar zaten ölüyordu ama bunların beyin ölümü olarak deklare edilmesi çok önemli. Yani doğrudan ölmesi değil birkaç gün daha yaşatılması kavramından bahsediyoruz. Bu sayı artmış, daha çok artması gerekiyor. Biz bunlara çok para ve emek harcamışız ama bakın oradaki sayının artışı kadar organ bağışı artmamış. Buna da üzülmemiz gerekiyor. Nakillerin arttığına bakmayın çoğunluğu canlı dönerden. Onlarda çok değerli nakillerdir ama insan yakınına canlıyken veriyor ama öldükten sonra yakınına veya başka insan için bağışlamıyor, bu da biraz ilginç. Dünyada canlıdan organ naklinde çok öndeyiz ama yinede kadavradan bağışı bir türlü çözemiyoruz. Geçen yıl ki bağış sayımız 379 bizim. Eksiğimiz var mı, yine eksiğimiz organ bağışı olayı. Son kısımda maalesef takılıp kalıyoruz.” dedi.  

“Beyin Ölümü Gerçekleşen Bir İnsanın Yaşaması Mümkün Değil”
Beyin ölümü gerçekleştikten sonra bir insanın yaşamasının mümkün olmadığını söyleyen Prof. Dr. Ömer Özkan, “Milyonda bir milyarda bir deseniz de imkanı yok; bu beyin ölümüdür en fazla 2-3 gün yaşacaktır yine ölecektir. Çok olumsuz etkiliyor, ‘Allahtan ümit kesilmez’ cümlesi beyin ölümünden sonra maalesef yok. Beyin ölümü ne zaman olur olduktan sonra geri döner mi? Yok öyle bir şey. Tanı konması o kadar zordur, konduktan sonrada kesindir. Kimsenin şüphesi olmaması gerekiyor. Öyle güzel kurallar konmuş ki çok net. Testlerden sonra bu beyin ölümü diyorsanız kesindir. Çok önemli belli bir sayıda uzmanı tarafından verilen rapordan sonra bu beyin ölümüdür maalesef o kişi için. Bunun altını çizmemiz gerekiyor. Organ bağışının artması için beyin ölümü tanılarının arttırılması gerekiyor, hem ekibin hem insanların buna inanması gerekiyor.” diye konuştu.  


“Önceden Vasiyetin Teşvik Edilmesi Gerekir”
Organ bağışı için önceden vasiyetin teşvik edilmesi gerektiğini ifade eden Prof. Dr. Özkan, “Önceden vasiyetin teşvik edilmesi çok önemli. Günümüzde siz istediğiniz kadar organlarınızı bağışlayın öldükten sonra hiçbir anlamı yok. Yakınlarınızın buna onay vermesi gerekiyor. Niye o zaman biz organ bağışı yapıyoruz kağıtları imzalıyoruz, bunlar sizin vasiyetiniz oluyor. İnsanlar karar verirken rahat ediyor. ‘Sağlığında böyle bir şey istemişti biz de onun vasiyetine uyduk’ diye düşünüyorlar. Hiçbir insanın yakınlarının onayı olmadan organlarının kullanılması günümüz şartlarında özellikle bizim ülkemizde çokta uygun olmayacaktır. Bu nedenle vasiyeti ve ailenin onayına ihtiyaç var diye düşünüyorum. O yoğun bakımda geçirdiği dönem içerisinde aileye bu imkanı vermek gerekiyor.” şeklinde konuştu.  

“Organ Naklinde Torpile Sistem Müsaade Etmez”
Ülkemizde nakil koordinasyon sisteminin çok geliştiğini belirten Prof. Dr. Özkan, “ülkemizde koordinasyon sistemi çok iyi kurulmuş durumda. Şunu çok iyi bilmeniz gerekiyor; sistemde torpil işlemesi mümkün değil. Herhangi bir kişinin bu iş için aracı olamayacağı en iyi sistem. Kadavradan bağış yapıldığında bir insanın dokuları başka bir insana, daha önemli bir kişiye daha önemsiz bir kişiye asla verilmeyeceği, insanların rahatlıkla organlarını bağışlayabileceği, bu organların hiçbir şekilde maddi bir nedenle başka birilerine götürülmeyeceği, bu iş için de maddi bir gerekçe olmayacağı, başka birinin organlar için ön sıraya geçemeyeceğine inanılması gerekiyor. Özellikle kadavradan yapılan bağışlarda böyle bir kavram yok ülkemizde. Sistem çok iyi kurulmuş durumda. Hastanın aciliyetine, dokularının uyumluluğuna, tıbbi gerekçelere bağlı olarak çok iyi işlenmiş durumda. Doku sunulduğunda koordinasyon merkezine hemen puanlamaya giriyorsunuz, zaten çok az sayıda tutuyor. 1500 hastaya bakıyorsunuz 3 tane hastaya uymuş. En uygun hastaya o nakil yapılıyor. Bununda insanlara bildirilmesi çok önemli.” dedi. 

“Olumsuz Örneklerin Cezai Yaptırımları Olmalı”
Bir televizyon kanalında ilahiyatçı bir yazarın organ nakli ile akıllara durgunluk veren anlatımını dinleten Prof. Dr. Özkan,  medyada olumsuz örnekler içeren durumlar için cezai yaptırımların uygulanması gerektiğini söyledi. Prof. Dr. Ömer Özkan, “Bu tür davranışların cezai yaptırımı olmalı. Çok dikkat etmek gerekiyor. Sonuçta inançlı bir toplumuz. Düşünün orta Anadolu’da bu programın izlendiğini. İnsanlara da hak vermek gerekiyor. Bunların maalesef cezai ehliyetinin olması gerektiğini düşünüyorum. Ben de bir şeyler yapıp insanları olumsuz yönde etkiliyorsam bana da ceza verilmesi gerekiyor. Bağışladığı organ alınırken canlandı gibi olumsuz örnekler de var.  Canlanmışsa demek ki o merkez iyi bir merkez değilmiş. Çünkü iyi bir merkez olsaydı hastanın beyin ölümü olmayacaktı. Dizilerde danışmana başvurmadan yazılan senaryolar çok gerçeği yansıtmıyor. Bu da insanları olumsuz etkiliyor.” şeklinde konuştu.



 “Merkezden Empoze Edilen Projeler Rağbet Görmüyor”
İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Erkan Saka ise, organ bağışı konusunda yukarıdan empoze yerine özellikle dijital medya kullanıcılarının da katkısının olabileceği ve katılabileceği bir şekilde projeler üretmenin daha doğru olacağını ifade ederek, “Yeni medyada merkezden empoze edilen şeyler çok iyi niyetli de olsa alt tarafta kullanıcı tarafını çokta kabul görmüyor. Bir şekilde itirazla, çekince ile karşılaşıyor. Bu doğru ya da yanlış, çok iyi niyetle de olsa bazen özellikle yukarıdan gelen kamu spotu gibi şeylerin didaktiklik boyutu çok yüksek oluyor. Yeni, yoğun dijital kullanıcılar için korkunç bir tepki süreci başlıyor. Belki bu didaktiklik aslında her kategoride de sorun olabilir ama yeni medya kullanıcıları için bu daha da artıyor o yüzden öncelikle bu yeni medya diline uygun kampanyalar yürütmek lazım. Birazda çevreden, kullanıcı tabanlı, kullanıcıları teşvik edecek kampanya yürütebilmek lazım. Türkiye’de bu bakımdan çok şanslıyız; yeni medya kullanımı pasif değil aktif şekilde hızlı bir şekilde yükseliyor. Çok sayıda genç arkadaş yeni medya üretimi ile uğraşıyor. İçerisinde kutuplaşma alanları var ama böyle bir alanda bu kutuplaşmanın ötesinde beraberce üretim yapılabilir gibi.” dedi. 



“Bugünün İnsanının Zihnini Medya Besliyor”
Florence Nightingale Hastanesi’nden Yrd. Doç. Dr. Ata Bozoklar, organ naklinin çok fazla hurafeleri ile bilinen bir konu olduğun söyleyerek, “Organ nakli aslında çok eski bir bilinç altına dayanıyor. İnsanoğlu çok eski çağlardan beri bunu kafasında kurgulamış. Daha iyisini, daha farklısını, daha güçlüsünü oluşturmak için zihninde bir çabaya girmiş. Yüzyıllar boyu bunu gerçekleştirme fırsatı bulamamış ama 20 yüzyıla gelindiğinde bir anda organ naklinin gerçekleşmesinde bütün fanteziler kafamızda yerleşmiş. Organ naklinin asıl popülaritesi ve tehlikesi buradan kaynaklanıyor. Ortalığa atılan küçücük bir şey biranda bizim tahminimizin ötesinde başka bir tarafa gidebiliyor. Bizler insanız, kafamızda bir sürü düşünce, kurgu ve birikim var. Biz zihnimizi neyle beslersek zihnimiz ona göre gelişiyor; bazen hurafe ve gerçeği birbirinden ayırmak kolay değil. Bugünün insanının zihnini ise medya besliyor. Medyayı suçlamak için söylemiyorum, medya o kadar ilginç bir kavram ki medya biziz aslında. Sadece medya mensubu ve onun profesyonel çalışanları değil. Televizyonda olumsuz bir haber gördüğüm zaman hemen doğruluğuna inanabiliyorum. Olumsuz habere olan inancım ve olumlu bir habere karşıda bir direncim var.” diye konuştu.  

“Tek Bir Cümle, Tek Bir Satır, Tek Bir Kelime Dahi Önemli”
Bozoklar, organ naklinde bağış yapılan ve bağışçı aile bireylerin içinde bulunduğu hassas psikolojik duruma işaret ederek, “Kadavradan organ bağışına özellikle basın mensubu arkadaşların dikkatini çekmek istiyorum. Bir tarafta müthiş bir üzüntü ve ölüm var, yakınlarını kaybetmiş insanların o anlarda dünya umurlarında değil. Öte tarafta ise yaşam sevinci var ve o gün onların bayramı. Organ nakli sevinç ve üzüntüyü aynı anda içeren bir çok çelişkinin aynı anda yaşandığı bir durum. Tek bir cümle, tek bir satır, tek bir kelime eğer ki insanları rencide ederse inanın organ bağışını ilerletme şansımız yok. Bir hayır cevabı o kadar komplike bir şey ki 4 kişiyi daha kaybediyoruz o kişiyi gömerken. Bir evet cevabıyla da aslında bu kadar insanı yaşama döndürme yansımız oluyor. Dolayısıyla organ nakli kavramları sadece bilimsel kavramlar değil içinde felsefeden sosyolojiye her şeye kadar çok önemli komponentler içeriyorlar. Her organ kutsal bir değer ve kutsal bir hazine. Onun için de Sağlık Bakanlığı ile iş bitmiyor. Bunun için de tek tek bireylere varana kadar belediyeler, üniversiteler, sivil toplum örgütleri, üyeleri hepsi ayrı ayrı önemli ve bu koskocaman bir zincir gibi. Bu zincirin halkalarından birisi koparsa bütün zincir darmadağın olabilir, istediğiniz kadar diğerleri tamam olsun. Medya bu zincirin beklide en önemli halkası. Bu zincirden bir gerdanlık yapacaksak en önemli fonksiyon medyaya ait.” dedi. 



“Organ Naklinde Dünyanın En Şeffaf Sistemine Sahibiz”
Organ nakli konusunda dünyanın en şeffaf sistemine sahip olduğumuzu söyleyen Bozoklar, “Bugün ülkemizde dünyanın en şeffaf sisteme sahibiz. Kim nerede hangi organı naklediyorsa ben bilgisayarda görüyorum. Hiç kimsenin benden habersiz bir şey yapmasına imkan yok, benimde başkasından habersiz bir şey yapmama imkan yok. Bu sistem için teşekkür ediyorum. İnsanı insan yapan en önemli şey toplumdur. Başkasının önünde her şeyi yapamazsınız. O nedenle şeffaflık çok önemlidir. Bir sistem şeffafsa güvenirlilik için ilk adım atılmış demektir ve devlet bunu başardı. Bu birinci adım. Hiç kimsenin organının endikasyonu dışında bir yere gitme şansı yok. Bizzat herkes bunu bilgisayardan takip edebilir.” diye konuştu.  

“Beyin Ölümü Ölümdür Başka Bir Ölüm Yoktur”
Beyin ölümünden sonra bir insanın hayta döndürülme şansının olmadığını söyleyen Bozoklar, “Beyin ölümü ölümdür başka bir ölüm yoktur. Bir tane ölüm vardır. Kalp durması ölüm değildir. Kalbi duran bir insan ölmez, kalbi duran insan yere düştükten sonra bir 6-7 dk içinde beynine kan gitmediği için beyin sapı ölünce ölür. Yani son nefesini vererek ölür. Beyin sapının ölüm anı son nefes anıdır. Kadim bilgilerde bu böyledir. Son kalp atım anı diye bir şey yoktur. Biz by-pass ameliyatlarında kalbi saatlerce durdururuz, kalp emme basma tulumbadır, o kadar. Beyin sapı fonksiyonları gitmiş ölmüş tekrar soluk almış tek bir insan yoktur. Hani görüyoruz ya, kalktı, o uyandı, tam organını alıyorlardı zıpladı… Böyle bir şey olamaz. Bunu tespit eden adama Nobel verirler. Bu demektir ki sen ölüyü yaşattın. Bunu tespit edip de ortada bunu söylemeyecek hiçbir insan olamaz. Bir doçent olayım diye makale peşinde koşuyor ya herkes, böyle bir makale yazan birisi olursa bırakın doçentliği Nobel ödülü alır. Dünyanın bütün sistemi içerisinde hiçbir şekilde böyle bir olay gerçek anlamıyla olmamıştır. Ölüm ölümdür, beyin ölümüdür ve ölmüş insanın fişi çekti çekmedi diye bir problem yoktur. Ölmüş insan makineden ayrılır, fiş daha önceki bir hadise. Hatta bırakın organ naklini ölmüş insanı makineden ayırmak gerekir ki yaşayan insan makine bulabilsin. Bugün insanlarımız yoğun bakımda ventilatöre solunum cihazına ulaşamadıkları için ölüyorlar. Ölülere hava basıldığı için. Ölmüş insan cihazda tutulmaz. Batı dünyasının, gelişmiş ülkelerinin hiçbirinde böyle bir şey yoktur. Bizde korkudan doğru olan bir şey ne yazık ki yapılamamaktadır” şeklinde konuştu. 



"Film Senaryolarında Hekimlerden Danışmanlık Alınmalı"
Best FM'de yayımlanan Gazoz Ağacı Programının Yapımcı ve Sunucusu Cem Arslan da farkındalığın artırılması amacıyla radyo yayınlarında bu konuya çok fazla yer ayırdıklarını belirterek, organ naklinde toplumda ilk olarak dini boyutun akla geldiğini söyledi. Özellikle bu konunun üzerinde durulması gerektiğini dile getiren Arslan, film senaryolarında konu seçimlerine dikkat edilmesi gerektiğini vurguladı. Dizilerde yanlış anlatılan senaryoları telafi etmenin çok zor olduğunu belirten Arslan, hekimlerin mutlaka senaryo aşamasında danışmanlık yapması gerektiğini dile getirdi.



“İnsanlar Filmlerde ve Dizilerde Gördüklerini Gerçekmiş gibi Algılıyor”
CNN Türk Haber Genel Yayın Yönetmeni Ferhat Boratav ise, film ve dizilerde olumsuz örnekler oluşturacak organ kaçakçılığı temasının işlendiğini ve bunun devam ettiğini belirterek, “Organ kaçakçılığı medya tarafından kullanılmaya çok müsait bir olay ve bunun en çok kullanıldığı yerde maalesef organ bağışı konusunda en göz ardı edilen yer filmler ve diziler. Bu dizilerde organ ticareti teması var ve bitmedi bu tema hala bir dizide sürüyor. Bunu daha öncede söyledim haberlerde organ bağışı ile ilgili organ nakli ile ilgili sorunlar aslında önemli ölçüde çözümlendi. Esas sorun devam ettiği yer film ve diziler. Şunu unutmayın; maalesef bugün gelinen yerde insanlar artık haberlerle kurgu arasında çok ayrım yapamıyorlar. Burada gördüklerini gerçek gibi algılama şansları ihtimalleri çok yüksek. Dolayısıyla bununla ilgili bir şeyler yapılması lazım.” dedi. 
   
Boratav, bağış oranlarının artırılmasında iletişimin çok güçlü bir araç olduğunun altını çizerek, düzenlenen kampanyalarda kullanılan dilin, spotun, verilecek mesajın ve logonun önem taşıdığını söyledi. 

Organ bağışında bulunan ailelerin de mutlaka çeşitli etkinliklerde onurlandırılması gerektiğini belirten Boratav, yurt dışında bunun uygulamalarının olduğunu, Türkiye'de bunun hayata geçirilmesi gerektiğini ifade etti.



TRT Sağlık Muhabiri Fatma Demir Turgut ise organ nakli için sıra bekleyen kişiler duygularını paylaştığı röportajını paylaştı. Gazetecilerin, hastaların hikayelerini etkili bir şeklide haberleştirmesi gerektiğini dile getiren Turgut, kamu yayıncılığı yapan kurum olarak bu konuda yapılan haberlere özen gösterdiklerini bildirdi. Turgut, bu alana ilişkin yapılan her haberin en az bir bağış anlamına geldiğini aktardı. 



Hürriyet gazetesinden Mesude Erşan, organ nakli ile ilgili meslek örgütleri ve derneklerle sosyal sorumluluk projelerinde işbirliği yapılması gerektiğini, gazetecilerle bilgi paylaşımında bulunulması gerektiğini dile getirdi. Haberlerde canlıdan yapılan nakillerden ziyade kadavradan yapılan nakillere ağırlık verilmesi gerektiğini ifade eden Erşan, bu şekilde kadavradan yapılan nakillerin sayısının artacağını söyledi.

Bağışcı ailelerden Nuran Kamaz, yeğenini organlarını bağışladıklarını, kendisinin de organlarını bağışladığını ve çocuklarına vasiyetini ilettiğini söyledi.



Doğum Gününü, Nakil Yapılan Tarihte Kutluyor
Organ alıcısı Sabah gazetesi sağlık muhabiri 29 yaşındaki Didem Seymen de doğuştan böbrek hastası olduğunu ve 21 yaşında böbrek nakli ile ikinci bir yaşam şansı yakaladığını anlattı. Seymen, 19 yaşında hayatını kaybeden bir vericinin böbreğiyle hayata döndüğünü belirterek, "Hayatın ne olduğunu 21 yaşında anladım. Nakil yapılan 21 Mart tarihinde doğum günümü kutluyorum" şeklinde duygularını ifade etti.


Konuşmaların ardından bu alanda neler yapılabileceğine ilişkin açık oturum düzenlendi.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

DOKTOR EŞİ OLMAK!

Sağlık sisteminde yapılan değişikliklerle ilgili hekimlerin yaşadığı mesleki sorunlar gündeme gelirken evlerinde bu durumun yansımaları konuşulmuyor. Evlilik ve Aile Danışmanı Psikolog İlkim Öz ve farklı hekimlerin eşleriyle konuşarak Sağlık Dergisi’nde daha önce ele alınmamış bir konuyu gündeme taşıyoruz. Performans sistemi, Tam Gün uygulaması gibi sağlık çalışanlarının meslekleri ile ilgili sorunlarının sık sık gündeme geldiği şu günlerde, bu durumun özel hayatlarına nasıl yansıdığını araştırdık. Doktorların işlerinde yaşadığı sorunlarını yakından bilen eşleri bu durum hakkında ne diyor. Bu zamana kadar değinilmemiş bir konu olan “doktor eşi olmak” ve sorunlarla uğraşırken nelerin olduğunu öncelikle farklı meslek gruplarından doktor eşlerine sorduk. Sonrasında da Evlilik ve Aile Danışmanı Psikolog İlkim Öz ile konuyu değerlendirdik. Tiyatro Sanatçısı ve Doktor Evliliği Görüştüğümüz ilk doktor eşi tiyatro sanatçısı İpek Çeken Önal, Prof. Dr. Zülküf Önal ile evli. İpek Hanım, eşiyle he...

TIBBIN DUAYENLERİ SARUHAN ÇEKİRGE

Hacettepe Üniversitesi Hastaneleri Girişimsel Nöroradyoloji bölümü kendi alanında dünyanın en tepesindeki birkaç merkezden biri olarak kabul ediliyor. Bu alanda birçok ilke imza atan Prof. Dr. Saruhan Çekirge, bu merkezin hikâyesini Sağlık Dergisi Yazı İşleri Müdürü Esra Öz’e anlattı. 2000 yılında TÜBİTAK Bilim Adamı Teşvik Ödülü’nü ve 2001’de Hacettepe Üniversitesi Bilim Teşvik Ödülü’nü alan Prof. Dr. Saruhan Çekirge, “Ünitemizde beyin damar hastalıklarının noninvazif tedavisinde geliştirilen tedavi teknikleri, bu merkezi dünyanın en iyisi olarak kabul ederek, özellikle son 10 yılda dünyanın pek çok ülkesindeki önemli tıp merkezlerinden Ankara’ya gelen, uzman doktorlara eğitim veren bir yapıya dönüştürdü” dedi. Kendi tıp alanında yarattığı gelişmeler devrimsel olarak nitelendirilen Prof Dr Saruhan Çekirge, Prof Dr Işıl Saatci, Doç Dr Kıvılcım Yavuz ve Doç Dr Serdar Geyik’ten kurulu bu ekip tarafından geliştirilen tedavi metotları, tüm dünyadaki hekimler tarafında da yay...

JAPONYA’DA TUS SINAVINI GEÇEN OFTALMOLOJI ALANINDA İLK TÜRK OLARAK HASTA MUAYENE EDEN VE OPERASYON YAPAN DR. MURAT DOĞRU

Japon TUS’unu geçen ilk  yabancı doçent ve oftalmolojideki ilk Türk olmayı başaran Keio Üniversitesi ve Tokyo Dental College’de öğretim üyesi Doç. Dr. Murat Doğru, araştırmaları ve eğitimdeki yaşadıkları ile ilgili meslektaşlarına rehber olacak bilgiler verdi. Keio üniversitesi ve Tokyo Dental College’de öğretim üyesi olan Doç. Dr. Murat Doğru, Japonya' da oturma izni hakkı almasının yanında iki aşamalı Japon Tıpta Uzmanlık Sınavını geçerek bir ilke imza attı. Göz kuruluğu üzerine çalışmalarını sürdüren Doğru, Japonya’daki yaşam şartları, çalışma koşulları ve tıp eğitimi hakkındaki görüşlerini Med-Index’e anlattı. Ne üzerine çalışıyorsunuz? Kornea ve ön segmenti üzerine çalışıyorum. Kuru göz ve alerji üzerine uzmanlık yaptım. Yeni tanı teknikleri geliştirilmesi yani gözyaşı miktarı ve gözyaşı kalitesinin tanımlanması ile ilgili diyagnostik tetkikler üzerine araştırmalarımı yürütüyorum. Gözyaşı bezi ile ilgili temel çalışmalarım var. Yeni göz damlalarının geliştirilmesi...