Sağlık haberciliğinde 29 yıllık deneyime sahip başarılı gazeteci Esra Kazancıbaşı Öztekin Sağlık Adası Yayınları’ndan çıkan “Akıllı Hastanın Sağlık Rehberi” kitabı ile hastaların sağlığa kavuşmasında izleyecekleri yolları anlatıyor.
Sağlık haberciliğinde 29 yıllık deneyime sahip Esra Kazancıbaşı Öztekin, hem gazeteci, hem hasta, hem de hasta yakını olarak iyi doktora, doğru tedaviye ve mükemmel sağlığa ulaşmanın yollarını anlatıyor. İyi doktora, doğru tedaviye, mükemmel sağlığa ulaşmak için “Akıllı Hastanın Sağlık Rehberi” isimli kitapta, Tiyatro sanatçısı eşi Rasim Öztekin’in, annesinin ve yakınlarının ve kendinin sağlık problemlerini, hastanede yaşadıklarını uzmanların önerileriyle bütünleştirdiği yazılarında sağlık IQ’su yüksek akıllı hastaların yapmaları gerekenlere dikkat çekiyor.
Kitapta özellikle hasta psikolojisini doğru yönetmenin yollarını anlatan Öztekin, “Bir doktorda aramanız gereken 8 özellikler nelerdir? Çocuğunuz için uzman doktor nasıl bulursunuz? Ameliyat olacağınız hastaneyi seçerken nelere dikkat etmelisiniz? Acil durumlarda ailenizin sağlığını nasıl yönetmelisiniz?” gibi pek çok sorunun yanıtını veriyor.
Sağlık Editörü Esra Kazancıbaşı Öztekin,
“Akıllı Hastanın Sağlık Rehberi” kitabı
ile ilgili soruları yanıtladı.
Akıllı hasta nasıl olur?
Toplum olarak sağlığımızı korumayı pek bilmiyoruz. Vücudumuza hoyratça davranıyoruz. Aşırı kiloyla, stresle, uykusuzlukla, sigarayla, aşırı tuzlu, şekerli gıdalarla yüklendikçe yükleniyoruz bedenimize. Ta ki, ameliyat, kemoterapi, radyoterapi gibi tedaviler gerektiren hastalıklarla tanışana kadar. Hipertansiyon, diyabet gibi kronik hastalıkları ise kalp, böbrek gibi başka organları etkilemedikleri takdirde ne yazık ki yeterince ciddiye almıyoruz.
Çoğu kişi taburcu olduktan kısa süre sonra hastanede, yoğun bakımda geçen acılı, ağrılı, uykusuz geceleri unutup, hiç hastalanmamış gibi yaşamaya başlıyor. Ve bu umursamazlığın faturası ağır oluyor; hastalık yeniden, belki de devleşerek kapıyı çalışıyor. Hastalığın çoğunlukla daha gürültülü bir şekilde geldiği bu durumlarda ise doktordan mucize beklemek hatasına düşüyor.
Akıllı hasta işte bu tür yanlışlara düşmeyen, sağlığını iyi yöneten bir kişidir. Akıllı hasta olmak için öncelikle, kişinin sağlık IQ’sunun yüksek olması gerekiyor. Sağlık IQ’su kavramı da kişinin doktorlarının önerilerine uymasını, ilaçlarını düzgün kullanmasını, kontrollerini ihmal etmemesini, aşırı kilodan, hareketsiz yaşamdan, sigara gibi zararlı alışkanlıklardan uzak durmasını anlatıyor. Kısacası sağlıklı bir yaşam için ruh ve beden sağlığına dikkat etmesini ifade ediyor. Sağlık IQ’su kavramı hastanın doktorunu, ameliyat olacağı ya da doğum yapacağı hastaneyi titizlikle seçmesini, tıbbi hatalardan kendini korunmak için yapması gerekenleri, internette hastane, doktor araştırırken sağlığını, hatta hayatını tehdit edebilecek tuzaklara karşı uyanık olmasını ve sanal dünyayı bilinçli kullanmasını da içeriyor.
Akıllı hasta olmanın bir yolu da; medyadaki sağlık haberlerini ve sağlık programlarını iyi analiz etmekten, adının önünde profesör yazan herkesin tıp doktoru olmadığını bilmekten geçiyor.
Sağlık IQ’sunun aslında kişinin zeka ya da eğitim düzeyiyle pek bir ilgisi yok. En eğitimli kişilerde bile sağlıklarını riske sokan tutum ve davranışlara rastlanabiliyor.
Neden böyle bir kitap yazdınız?
“Akıllı Hastanın Sağlık Rehberi’ni yazmamın başlıca iki nedeni var. Birincisi, sağlıkta uzman bir gazeteci olarak doktor, hastane seçimi konularında hangi kriterlere baktığımız konusunda toplumu bilgilendirmek. Çünkü biz, sağlıkta uzman gazetecilerden gece gündüz, tatil günü demeden iş arkadaşlarımızdan komşulara ve akrabalara kadar herkes sağlıkla ilgili bir ricada bulunur. Telefonlarımız susmak bilmez. Kimi, “Devlet ya da üniversite hastanelerinde birkaç hafta sonrasına verilen röntgen ya da ameliyat randevusunun öne çekilme ihtimali var mı?” diye sorar. Kimi kendisi ya da yakını için bir hekim önermemizi ister. Kimi de, doktorunun uygulayacağı tedaviyle ilgili başka bir uzmandan ikinci görüş alınması konusunda yardım rica eder.
Bizim mesleğin en zor yanlarından biri işte budur! Bir yanda hastaların ya da hasta yakınlarının bitmek bilmeyen yardım talepleri, diğer tarafta haber kaynaklarınızla aranızdaki mesafeyi koruyarak, “Eyvah! gene bir şey istiyor” dedirtmeden insanların makul isteklerinin çözümüne yardımcı olabilmek… Sonuçta söz konusu olan insanların sağlığıdır, hatta hayatıdır. Kayıtsız kalamaz, umursamaz davranamazsınız.
Sağlık haberciliğinde geçen 29 yılda katıldığım yüzlerce basın toplantısında ve izlediğim tıbbi kongrelerde, yaptığım 3.000’e yakın sağlık programında ve imza attığım söyleşilerde başarılı pek çok doktor tanıdım. Tıpta uzmanlaşmanın yolculuğunda bazı hekimlerin alanlarındaki hangi konulara yoğunlaştıklarını az çok öğrendim. Yanıtını bilmediğim sorularda ise sağlık camiasındaki dostlarım her zaman telefonun öbür ucunda bana yol gösterdiler. İşte bu nedenle, kendimin ya da ailemin yaşadığı sağlık problemlerinde kısa zamanda doğru doktora ve doğru tedaviye ulaşabildik. Sağlık muhabirliğindeki birikiminin ışığında çocuğundaki şaşılık probleminden babasındaki prostat kanserine kadar her türlü hastalıkta bana doktor, hastane seçimi konusunda danışan tanıdıklarıma da elimden geldiğinde yol göstermeye çalıştım.
Bizler gibi sağlık muhabiri ya da bir doktor, hemşire arkadaşı olanlar; bir politikacı, işadamı, bürokrat aracığıyla hastanenin yetkililerine ulaşma imkanı bulunanlar şanslıydı. Peki ya evin bir ferdini esir alan hastalığın fırtınasıyla yapayalnız mücadele edenler? Kanser gibi hastalıkların tedavisinin zorlu yolculuğunda zifiri karanlık bir yolda ilerlerken akıl alacak veya “Şu hastane, doktor işlerinde bana yardım et lütfen” diyecek kimsesi olmayanlar? Ameliyathanenin kapısında saatlerce beklerken kendini çaresiz hissedenler? İşte, toplumun geniş kesimini oluşturan böyle kişileri düşündüğümde, ailemin ya da yakınlarımın sağlığını yönetirken iyi doktora, doğru tedaviye ve mükemmel sağlığa ulaşmaları için nelere dikkat ettiğimi onlarla paylaşmaya karar verdim. Çünkü hangi durumlarda nereye ve nasıl ulaşılması gerekildiğini bilen, sağlıkta tehlike dolu bilgilerin de yer aldığı internet denizinde güvenle ve bilinçle sörf yapabilen hastaların, hasta yakınlarının işi düşünüldüğü kadar zor değil.
Kitabı yazmanın bir diğer amacı da; hastalara, hasta yakınlarına kitapta yer alan sağlık öykülerinden yola çıkarak umut olabilmek… Eşimin kalple ilgili geçirdiği önemli sorunda, 2,5 ayı bulan hastane günlerinde karşılaştığımız onca tersliğe rağmen iyileşme umuduna nasıl sıkıca sarıldığımızı… Hastalığa başımıza gelen bir felaket olarak değil de, aslında yolunda gitmeyen şeyleri değiştirmek için fırsat olarak bakmamız gerektiğini… İyileşme enerjisinin nasıl harekete geçirebileceğini… Annemiz babamız yaşlandığında, kısacası roller değişip onlar çocuk, biz ebeveyn olduğumuzda dikkat etmemiz gerekenleri… Sağlıkta acil durumlar için önceden hazırlamamız gereken kriz planının ayrıntılarını… Genellikle kendi yakın çevremin sağlık hikayelerini de paylaştığım bu yazılarda çoğu kişinin kendini veya eşini, ağabeyini, teyzesini bulacağına eminim. Tüm yazıları konuyla ilgili uzman hekimlerin önerileriyle bütünleştirerek yetkili ağızlardan da sağlıkla ilgili bilgilerin verilmesine de özel bir gayret gösterdim.
Doktorlar hasta psikolojisini anlıyor mu?
“Hastanın, hasta yakının neler hissettiğini dikkate alan hekimler kadar, hastasının korkularına, endişelerine, hastalığıyla ilgili “Neden ben” sorgulamasına empatiyle yaklaşamayan doktorlar da var. Örneğin, meme kanseri tanısı alan bir hasta neler düşünür, neler hisseder? Memesinin alınıp alınmayacağından kadınlıkla özdeşleştiren bir organını kaybetme ihtimaline, partnerinin kendisine beğenmeyeceğinden iyileşebilme şansına, küçük çocuklarının annesiz kalma ihtimaline kadar pek çok konuda iç dünyasında derin fırtınalar kopar. Acaba hekimlerin ne kadarı kanser tanısını açıklarken, tedaviyi yönetirken bu noktaları dikkate alır?
Kalp krizi geçiren, koroner bypass ameliyatı olan ya da stent takılan bir kişi de iyileşip, görünürde normal hayatına döner. Ama ya ölümle yaşam arasındaki ince çizgide giden kişinin ruhu? Ruh, bazen beden kadar hızlı iyileşmez. Bu yüzden hekimler hastaların, hasta yakınlarının iç dünyasına da hitap etmeliler. Fakat maalesef ki; bazı doktorların bunu gözardı ettiğini, hastalara bir insan olarak değil de, tedavisini üstlendiklerini, ameliyatını yapacakları bir organ yani bir beyin, bir kalp gibi gördüklerini söyleyebilirim. Eşimin kalp hastalığının tedavisi için yattığı hastanede böyle bir durumu hasta yakını olarak ben de deneyimledim. Kitapta da yer verdiğim bu bölümü aşağıda iznizle paylaşmak istiyorum:
“Bundan beş yıl kadar önce… İleri kalp yetmezliği tanısıyla eşim hastanede yatıyor. Yoğun bakım servisinde 20 günden fazla kalıyor. Diğer günlerde ise hasta odasında kah televizyon seyrederek, kah camdan dışarıya bakarak taburcu olacağı günün gelmesini bekliyor; umutla, özlemle… Dile kolay, hastanede geçen günler tam 2,5 ayı buluyor.
Yapılan tetkikler, uygulanan tedaviler sonrasında kalbine pil takılmasına karar veriliyor. İlk denemede pilin telleri koroner sinüsü aşamıyor. Girişim başarısız. Beş saat süren ikinci girişimde ise, doktorlarımızın gayretiyle ve bitip tükenmeyen sabırlarıyla pil takılıyor. Ama, üç gün sonra pilin tellerinden biri yerinden çıkınca bir başka operasyona daha giriyor eşim.
Kalp yetmezliği tedavisi işte böylesine uzun, böylesine zahmetli… Moralimizi bir gün bile bozmuyoruz geçmek bilmeyen saatlerde, tükenmek bilmeyen hastane günlerinde.
Nerdeyse koca bir kış hastanede geçiyor eşim. Ocak ortasından Mart sonuna kadar. Günlerdir, haftalardır evinin sıcacık yatağına hasret eşimin durumundaki hastalar için doktorunun, hemşiresinin güler yüzünden başka önemli ne olabilir? Ama gel gör ki hastanelerdeki genç hekimlerin bazılarının hastalarla ve hasta yakınlarıyla iletişimleri çok kötü.
Akşam nöbet tesliminde hasta odasına girerken suratları “mahkeme duvarı gibi”.
Sanki yatakta bir hasta, bir insan yatmıyor. Ne bir merhaba, ne bir geçmiş olsun. Hastayla ya da yakınıyla göz teması kurmadan doğruca o günkü tetkiklerin sonuçlarına ve tedavi listesine yöneliyorlar. Nöbeti devir alacakları diğer genç hekimi dinlerken, gene hastaya hiç bakmadan onunla ilgili sorular soruyorlar.
Oysa, bir hastaya adı ile hitap ederek, “İyi akşamlar” demek çok mu zor? “Bugün nasılsınız Ahmet Bey ya da Oya Hanım? Herhangi bir şikayetiniz var mı?” diye sormak… Gözünün içine bakarak konuşmak… Bir daha evine hiç dönememe, çocuklarını kucağına alamama kaygısı duyan bir hastaya gülümseyebilmek… Bunları yaparken aslında ona güven, umut ve sevgi verebilmek… Bunlar çok mu zor gerçekten?
Kitabımdaki bir bölümde yaşadığımız bu hikayeyi paylaştım okurlarla. Hasta-doktor iletişiminde yaşanan engellerin kaldırılması için tıp fakültelerinde bu konunun ders olarak ele alınması gerekiyor. “Hasta ve hasta yakınıyla iletişim dersleri” hekimlerin teşhisini ve tedavisini üstlendikleri kişilerle daha iyi bir diyalog içinde olmalarını sağlayacaktır.”
Akıllı hastaların olmasında sağlık muhabirlerinin payı var mı?
“Elbette… Bireylerin yüksek sağlık IQ’suna sahip olmalarında sağlıkta uzman gazetecilerin imza attığı haberlerin, söyleşilerin, yazı dizilerinin ve televizyon programlarının payı çok büyük. Çünkü sağlıkla ilgili konular yaş ya da cinsiyet farkı gözetmeksizin hemen herkesin ilgisini çekebiliyor. Tabii, herkes kendi sağlık problemine, kaygı duyduğu hastalığa ya da bir yakının başına gelen sağlık sorununa göre konuyla ilgili yayınları takip ediyor.
Ancak sağlık muhabirlerinin sayısının giderek azaldığı, sağlık editörlerinin istihdam edilmediği, sponsoru bulan herkesin sağlık programı yapabildiği günümüz medyasında ele alınan konular bazen son derece tehlikeli bilgiler içerebiliyor. İşte, bu noktada da yazılı ve görsel basında çıkan haberlerin hangilerinin ciddiye alınacağının ayrımsanabilmesi için akıllı hasta olmak gerekiyor.
Yorumlar