Hekimlik alanında yaptığı başarılı çalışmalarında 40. yılını dolduran, öğrencilerinin başarısını daima kendinden üstün tutan, genel cerrahi alanında ilk alt dalları oluşturan, pek çok uzmanlık derneğinin kurucusu ve başkanı olan Ankara Üniversitesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Semih Baskan, cerrah olmanın dışında entelektüel kişiliği, eğitime verdiği önemi ve hayatını Sağlık Dergisi Yazı İşleri Müdürü Esra Öz’e anlattı.
Türk Genel Cerrahi Derneği’nin önceki başkanı, Meme Hastalıkları Dernekleri Federasyonu’nun kurucusu ve ilk başkanı olan Prof. Dr. Semih Baskan, yaptığı çalışmalarla asistanlarının kendisini geçmesini hedefliyor. Farklı koleksiyonları, hastalarına verdiği önemi tıp camiasındaki farklı çizgisini Sağlık Dergisi’ne anlatan Prof. Dr. Baskan şunları anlattı: “1947 yılının 29 Nisan’ında Ankara’da dünyaya geldim. Annem ev hanımı idi. Babam ise EGO (Elektrik-Gaz-Otobüs) işletmesinde Teftiş Kurulu’nda 39 yıl 9 ay çalışan şefti. Kardeşim Melih ise Bankacı olup, Vakıflar Bankası’nda Teftiş Kurulu Başkanlığı’na kadar yükseldi, sonra emekli oldu. Onun gibi bir kardeşim olduğu için kendimi hep şanslı hissettim. 1953 yılında Necatibey caddesinde bulunan Sarar İlkokulu’nda okudum. Şimdi halen Ankara Üniversitesi Rektörü olan sevgili arkadaşım Cemal Taluğ ile 5 yıl birlikte aynı sıralarda oturduk. Sonrasında Namık Kemal Ortaokulu’nda okurken kütüphaneye gitme, kitapları karıştırma, hikâye ve roman okuma zevklerini hep buradaki güzel ve anlamlı kütüphanemizde tattım. Okulumuzun arkasındaki sahada Türkiye’de ilk kez ışıklandırılan sahada gece basketbol maçları oynuyorduk.
Okul Spor Sahasının Bugün Otopark Olması İçimi Çok Sızlatıyor
1961 yılında Ankara’nın en köklü liselerinden biri olan Atatürk Lisesi’ne girdim ve 3 yıl bu okulda okudum. Sınıf arkadaşım Taner Katırcıoğlu’nun kaptanlığını yaptığı okul voleybol takımımızın Saint Joseph Lisesi’ni 3–2 yenerek Türkiye Şampiyonu olma zevkini hep birlikte tattık. Bizlerin top oynağımız okul spor sahasının bugün otopark olması içimi çok sızlatıyor. Çocukların top oynayacak, stres atacak hiçbir yeri yok. Liselerin olmadığı gibi üniversitelerinde sportif alanlarının olmadığını üzülerek belirtmeliyim. Lise hayatımda futbolda kalecilik yapardım.
Aynı dönemde okulda okuduğumuz arkadaşlarımız arasında Prof. Dr. İlber Ortaylı, Tiyatro Sanatçısı olan Kenan Işık ve Sevgili Rektörümüz Prof. Dr. Cemal Taluğ’u sayabilirim.
Bu tarihi lisede çok iyi bir eğitim aldık. Hocalarımız son derece kaliteli kişilerdi. Bugün bu değerli insanları kimse alınmasın üniversite öğretim üyeleri ile kıyaslayamam bile. Coğrafya hocamız rahmetli Orhan Dengiz daha sonra Milli Eğitim Bakanlığı görevini başarı ile gerçekleştirdi.
Türk Genel Cerrahi Derneği’nin önceki başkanı, Meme Hastalıkları Dernekleri Federasyonu’nun kurucusu ve ilk başkanı olan Prof. Dr. Semih Baskan, yaptığı çalışmalarla asistanlarının kendisini geçmesini hedefliyor. Farklı koleksiyonları, hastalarına verdiği önemi tıp camiasındaki farklı çizgisini Sağlık Dergisi’ne anlatan Prof. Dr. Baskan şunları anlattı: “1947 yılının 29 Nisan’ında Ankara’da dünyaya geldim. Annem ev hanımı idi. Babam ise EGO (Elektrik-Gaz-Otobüs) işletmesinde Teftiş Kurulu’nda 39 yıl 9 ay çalışan şefti. Kardeşim Melih ise Bankacı olup, Vakıflar Bankası’nda Teftiş Kurulu Başkanlığı’na kadar yükseldi, sonra emekli oldu. Onun gibi bir kardeşim olduğu için kendimi hep şanslı hissettim. 1953 yılında Necatibey caddesinde bulunan Sarar İlkokulu’nda okudum. Şimdi halen Ankara Üniversitesi Rektörü olan sevgili arkadaşım Cemal Taluğ ile 5 yıl birlikte aynı sıralarda oturduk. Sonrasında Namık Kemal Ortaokulu’nda okurken kütüphaneye gitme, kitapları karıştırma, hikâye ve roman okuma zevklerini hep buradaki güzel ve anlamlı kütüphanemizde tattım. Okulumuzun arkasındaki sahada Türkiye’de ilk kez ışıklandırılan sahada gece basketbol maçları oynuyorduk.
Okul Spor Sahasının Bugün Otopark Olması İçimi Çok Sızlatıyor
1961 yılında Ankara’nın en köklü liselerinden biri olan Atatürk Lisesi’ne girdim ve 3 yıl bu okulda okudum. Sınıf arkadaşım Taner Katırcıoğlu’nun kaptanlığını yaptığı okul voleybol takımımızın Saint Joseph Lisesi’ni 3–2 yenerek Türkiye Şampiyonu olma zevkini hep birlikte tattık. Bizlerin top oynağımız okul spor sahasının bugün otopark olması içimi çok sızlatıyor. Çocukların top oynayacak, stres atacak hiçbir yeri yok. Liselerin olmadığı gibi üniversitelerinde sportif alanlarının olmadığını üzülerek belirtmeliyim. Lise hayatımda futbolda kalecilik yapardım.
Aynı dönemde okulda okuduğumuz arkadaşlarımız arasında Prof. Dr. İlber Ortaylı, Tiyatro Sanatçısı olan Kenan Işık ve Sevgili Rektörümüz Prof. Dr. Cemal Taluğ’u sayabilirim.
Bu tarihi lisede çok iyi bir eğitim aldık. Hocalarımız son derece kaliteli kişilerdi. Bugün bu değerli insanları kimse alınmasın üniversite öğretim üyeleri ile kıyaslayamam bile. Coğrafya hocamız rahmetli Orhan Dengiz daha sonra Milli Eğitim Bakanlığı görevini başarı ile gerçekleştirdi.
Öğrencilik Yıllarımda Derslerin Yanı Sıra Dernekler Faaliyetlerini Yapardım
1964 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne kaydoldum. İlk sınıf olan F.K.B. (Fizik-Kimya-Botanik)’yi Ankara Fen Fakültesi’nin ihtişamlı binalarında ve amfilerinde diğer fakültelerdeki arkadaşlarımla birlikte okuduk. Çok güzel çiçeklerle donanmış bahçelerinde koyu sohbetler yapardık. Üniversiteye başladığım ilk günden itibaren öğrenci derneklerinde görevler aldım ve çok güzel işler yaptık. Benim bu tür faaliyetlerin içine girmeme vesile olan kişi bugün TÜBA’nın Başkanlığı görevini yürüten sevgili ağabeyim Prof. Dr. Yücel Kanpolat’tır. Öğrencilere yemek çıkarttık, teksirler hazırladık, Çetin Altan, İlhami Sosyal, Şevket Süreyya Aydemir gibi ünlü yazarlara konferanslar verdirdik, 14 Mart Dergisi’ni çıkarttık, 14 Mart Baloları’nı düzenledik, Mezuniyet Törenleri’ni organize ettik, o günlerde çok popüler olan Ankara Sanat Tiyatrosu’nda toplu matineler gibi faaliyetler yaptık. Bu çalışmaların sonraki yıllarda insani ilişkilerin kurulmasında çok faydalarını gördüm.
3. Sınıftan İtibaren Yaz Aylarını Ve Kış Sömestrlerinde Cerrahi Kliniğinde Çalıştım
1967 yılında hizmete açılan Morfoloji binasında ilk eğitim alan öğrenciler bizler olduk. 1968 öğrenci olaylarını da gene bu binamızda çok canlı olarak yaşadık. Mezuniyetimde yine orada oldu. İlk sınıflardan itibaren idealim genel cerrah olmaktı, dolayısıyla 3. sınıftan itibaren yaz aylarını ve kış sömestrlerindeki tatillerimin hepsinde cerrahi kliniğinde çalıştım. 1971 yılında mezun olduğumda diğer arkadaşlarımla kendimi kıyasladığımda daha farklı yetişmiş olduğumu hissettim. Birinci cerrahi kliniğine asistan olarak girdim ve 1976 yılında uzman oldum.
Türkiye’nin en büyük cerrahi kliniklerinden birinde bugün hepsini rahmetle ve şükranla andığım Prof. Dr. Hilmi Akın, Prof. Dr. Orhan Bumin, Prof. Dr. Mecit Doğru, Prof. Dr. Naci Ayral, Prof. Dr. İsmail Kayabalı, Prof. Dr. Demir Uğur, Prof. Dr. Ercüment Gürel, Prof. Dr. Muhittin Ülker, Prof. Dr. Ahmet Yaycıoğlu, Parof. Dr. Şadan Eraslan, Prof. Dr. Ferruh Uzer ve Prof. Dr. Abdülmuttalip Ünal hocalarımdan büyük tecrübeler ve bilgiler edindim.
Okula da Gittim Konsere de
Okul hayatımda hep zamanında dersimi yapar boş zamanlarımda da sosyal faaliyetlere vakit ayıran bir öğrenciydim. Öğrenci tabiriyle kitapların içine yığılan veya kafayı sokan bir kişi hiçbir zaman olmadım. Derse gitmeyeyim gibi bir düşüncem olmadı. Dersin derste öğrenildiğine inanırım. Hiçbir zaman 10’luk bir öğrenci olmadım ama hiçbir zamanda başarısız da olmadım.. Sinemaya da, tiyatroya da gittim. Öğrencilik yıllarımızda pek çok sanatsal aktiviteyi gerçekleştiren Kızılay’daki Büyük Sinema’da Marc Aryan, Peppino Di Capri, Los Machucambos, Dalida, Enrico Macias gibi dünyaca ünlü sanatçıların konserlerine gittim.
Farma Gezilerini Başlattım
18 yaşımda Ankara Tıp Fakültesi öğrenci faaliyetlerinde çalışırken İstanbul’a gittim, o zaman ki koşullarda 10-12 ilaç firması ile görüştüm. Kendi başıma, tıbbiye 2. sınıf öğrencisi olarak, “arkadaşlarımla fabrikanızı ziyaret etmek istiyoruz” dedim. Turlar organize ettim. Boğaziçi ekspresiyle İstanbul’a giderek fabrikaları ziyarete ettik. Bunlar daha sonra “Farma gezisi” olarak anıldı. Öğrencilerle ilaç sektörü arasındaki bağlantının kurulmasını sağladım. Bunlar için insanın öncelikle bir özgüveni olması lazım. Ayrıca, kırsal bölgelere gidip ilaç dağıttık, kimisini muayene ettik ve daha komplike olanları fakülteye çağırdık. Buralarda tedavilerini üstlendik.
Türk İnsanı Arabasına Gösterdiği Özeninin 10’da Birini Kendisine Göstermesi Gerekir
1996 yılında Kuzey Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, kalp krizi geçirdi ve fakültemize geldi. O zaman dekandım. Kendisini her gün odasında ziyaret ediyordum, “Sayın Cumhurbaşkanı Türk insanı arabasına gösterdiği özeninin 10’da 1’ini kendisine göstermesi gerekir” dedim. Ertesi gün yaptığı basın toplantısında bana baktı ve“kendimize arabasına gösterdiğimiz özeninin 10’da 1’ini göstereceğiz. Dün bir dostumdan aldığım özdeyişle konuşmama başlamak istedim” dedi.
Akademisyen Anne ve Babanın Akademisyen Kızı
Eşim, Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesinde Profesör olarak görev yapıyor, Kızım ise ODTÜ’de doktorasını tamamlayıp, Kocaeli Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatında öğretim görevlisi olarak çalışıyor. Aile hayatına ailenin güçlü temeller üzerine oturtulmasına inanan biriyim. Dolayısıyla da denge karşılıklı sevgi ve saygıyla kurulur. Bugüne kadar bunu sürdürdüğüm inancındayım. Eşlerin anne babalarını fazla işlere karıştırılmamasını önerim. Eşimin ailesine kendi ailem gibi saygı gösteririm.
Hafta sonları da çalışırım, kendimi işkolik olarak düşünüyorum. Eve iş götürürüm. Araba kullanmadığım için çoğu yere yürüyerek gidiyorum. Günde 10 bin adımın ötesine geçtiğimi adım ölçerimle hesaplıyorum.
Kalem, Kitap ve Müzik Kolleksiyonum Var
Zengin bir kalem koleksiyonum var, bir sergi açarsam çok kişinin ziyaret edeceğinden eminim. İş hayatında günlük stresi önlemek için oluşturduğum geniş bir müzik arşivim var. Türk Sanat Müziğinden klasik batı müziğine kadar geniş bir yelpaze ile ruhumu dinlendiriyorum. Odamda sabahtan akşama kadar devamlı müzik çalar. Kitapları çok severim. Doktorlar çok yönlü olmalılar. Akşam bir yere gittiğinizde insanlar size sadece şikayetlerini anlatmamalılar. Sizin entelektüel yapınızı da görmeliler. Tıp tarihi alanında yapılan araştırmaları inceliyorum. Yakın zamanda okuduğum Zülfü Livaneli’nin Serenad kitabını tavsiye ederim.”
1964 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne kaydoldum. İlk sınıf olan F.K.B. (Fizik-Kimya-Botanik)’yi Ankara Fen Fakültesi’nin ihtişamlı binalarında ve amfilerinde diğer fakültelerdeki arkadaşlarımla birlikte okuduk. Çok güzel çiçeklerle donanmış bahçelerinde koyu sohbetler yapardık. Üniversiteye başladığım ilk günden itibaren öğrenci derneklerinde görevler aldım ve çok güzel işler yaptık. Benim bu tür faaliyetlerin içine girmeme vesile olan kişi bugün TÜBA’nın Başkanlığı görevini yürüten sevgili ağabeyim Prof. Dr. Yücel Kanpolat’tır. Öğrencilere yemek çıkarttık, teksirler hazırladık, Çetin Altan, İlhami Sosyal, Şevket Süreyya Aydemir gibi ünlü yazarlara konferanslar verdirdik, 14 Mart Dergisi’ni çıkarttık, 14 Mart Baloları’nı düzenledik, Mezuniyet Törenleri’ni organize ettik, o günlerde çok popüler olan Ankara Sanat Tiyatrosu’nda toplu matineler gibi faaliyetler yaptık. Bu çalışmaların sonraki yıllarda insani ilişkilerin kurulmasında çok faydalarını gördüm.
3. Sınıftan İtibaren Yaz Aylarını Ve Kış Sömestrlerinde Cerrahi Kliniğinde Çalıştım
1967 yılında hizmete açılan Morfoloji binasında ilk eğitim alan öğrenciler bizler olduk. 1968 öğrenci olaylarını da gene bu binamızda çok canlı olarak yaşadık. Mezuniyetimde yine orada oldu. İlk sınıflardan itibaren idealim genel cerrah olmaktı, dolayısıyla 3. sınıftan itibaren yaz aylarını ve kış sömestrlerindeki tatillerimin hepsinde cerrahi kliniğinde çalıştım. 1971 yılında mezun olduğumda diğer arkadaşlarımla kendimi kıyasladığımda daha farklı yetişmiş olduğumu hissettim. Birinci cerrahi kliniğine asistan olarak girdim ve 1976 yılında uzman oldum.
Türkiye’nin en büyük cerrahi kliniklerinden birinde bugün hepsini rahmetle ve şükranla andığım Prof. Dr. Hilmi Akın, Prof. Dr. Orhan Bumin, Prof. Dr. Mecit Doğru, Prof. Dr. Naci Ayral, Prof. Dr. İsmail Kayabalı, Prof. Dr. Demir Uğur, Prof. Dr. Ercüment Gürel, Prof. Dr. Muhittin Ülker, Prof. Dr. Ahmet Yaycıoğlu, Parof. Dr. Şadan Eraslan, Prof. Dr. Ferruh Uzer ve Prof. Dr. Abdülmuttalip Ünal hocalarımdan büyük tecrübeler ve bilgiler edindim.
Okula da Gittim Konsere de
Okul hayatımda hep zamanında dersimi yapar boş zamanlarımda da sosyal faaliyetlere vakit ayıran bir öğrenciydim. Öğrenci tabiriyle kitapların içine yığılan veya kafayı sokan bir kişi hiçbir zaman olmadım. Derse gitmeyeyim gibi bir düşüncem olmadı. Dersin derste öğrenildiğine inanırım. Hiçbir zaman 10’luk bir öğrenci olmadım ama hiçbir zamanda başarısız da olmadım.. Sinemaya da, tiyatroya da gittim. Öğrencilik yıllarımızda pek çok sanatsal aktiviteyi gerçekleştiren Kızılay’daki Büyük Sinema’da Marc Aryan, Peppino Di Capri, Los Machucambos, Dalida, Enrico Macias gibi dünyaca ünlü sanatçıların konserlerine gittim.
Farma Gezilerini Başlattım
18 yaşımda Ankara Tıp Fakültesi öğrenci faaliyetlerinde çalışırken İstanbul’a gittim, o zaman ki koşullarda 10-12 ilaç firması ile görüştüm. Kendi başıma, tıbbiye 2. sınıf öğrencisi olarak, “arkadaşlarımla fabrikanızı ziyaret etmek istiyoruz” dedim. Turlar organize ettim. Boğaziçi ekspresiyle İstanbul’a giderek fabrikaları ziyarete ettik. Bunlar daha sonra “Farma gezisi” olarak anıldı. Öğrencilerle ilaç sektörü arasındaki bağlantının kurulmasını sağladım. Bunlar için insanın öncelikle bir özgüveni olması lazım. Ayrıca, kırsal bölgelere gidip ilaç dağıttık, kimisini muayene ettik ve daha komplike olanları fakülteye çağırdık. Buralarda tedavilerini üstlendik.
Öğrencilik Notlarım Yıllar Sonra Hediye Edildi
2 yıl önce Kahramanmaraş’ta göz hekimi arkadaşım Mehmet Aksakal bir hediye getirdiğini söyledi. Baktım benim 2. ve 3. sınıftaki ders notlarımı saklamış ve getirmiş. O günkü Türkiye ile bugünkü arasındaki ekonomik farklılığı görmeniz açısından son derece önemli bir örnektir bu notlar. Teksir kâğıdının arkasına not tutmuşuz, bugün ise geri dönüşümlü kağıtlar konusunda özen göstermeyen bir toplum olduk.
Eşimle Türk Filmlerindeki gibi Tanıştık
1971 yılında asistanlığa başladıktan kısa bir süre sonra hastaneye yatan ve apendektomi ameliyatı geçiren bir genç bayan aynı Türk filmlerinde olduğu gibi daha sonra benim hayat arkadaşım oldu. Sevgili eşim Gülsün’le 1974 yılında evlendik.
Eşim Doğumdayken Bende Tez Sunumu Yaptım
1976 yılında iki mutluluğu bir arada yaşadım.. Eşimi doğum için kadın doğum kliniğine yatırdığımda o doğum sancıları çekerken ben de tezimin görüşülmesinde genel cerrahi kliniğinin jürinin kapısında karın ağrıları çekiyordum. 1976 yılında biricik sevgili kızım Başak dünyaya geldi.
Türkiye’de kısa dönem askerliği ilk defa biz Ankara’da Zırhlı Birlikler Okulu’nda yaptık. 27 yaşındaydım askere gittiğim zaman ama 45 yaşındaki profesör ve doçent ağabeylerin yanında kendimi çocuk gibi hissediyordum. Uzman olduğum 1976 yılından itibaren Ankara Tıp Genel Cerrahi Kliniği’nde baş asistan olarak göreve başladım. 12 Eylül öncesi dönemin en acımasız olaylarını bir hekim olarak çok yakından yaşadım.
1982 yılında İstanbul’da Ord. Prof. Dr. Tevfik Sağlam’ın isminin verildiği muhteşem amfide “Akut Pankreatit” konulu dersle Doçent ünvanını aldım.
Erciyes Üniversitesi’nde Dekanlık
1985 yılında Ankara Tıp Fakültesi’ne Dekan Yardımcısı olarak atandım. 1989 yılında ise hayatımda önemli bir değişiklik oldu ve Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığı görevine atandım. Kayseri’de görev yaptığım süre içerisinde çok güzel dostluklar ve arkadaşlıklar edindim. Yeni kurulan bir Fakülte’de ve genç bir öğretim üyesi ekibiyle son derece kısıtlı olanaklara rağmen neler yapılabileceğinin güzel örneklerini ortaya koyduk. 1991 yılının Eylül ayında yaklaşık 2 yıl 9 ay görev yaptığım Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden ayrılıp Ankara’ya dönerken bu süre içerisinde birlikte çalıştığım personel arkadaşlarımdan ayrılmam hiç kolay olmadı.
Öğrencilikten Dekanlığa Uzanan Bir Merdiven
1991 yılı Eylül’ünde ise bu kez Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığı’na atandım. 1991-1996 yılları arasında Dekanlık görevimi sürdürdüm. Benim için çok onur verici bir görevdi. Öğrenci olarak girdiğim bir fakültede aşama aşama ilerleyip Dekanlık makamına kadar yükselmek çok anlamlı idi. Bu göreve başladığımda ortaya attığım “Türkiye Cumhuriyeti’nin İlk Tıp Fakültesi” sloganı çok tuttu. Aradan 20 yıl geçmiş olmasına rağmen halen bu sloganın pek çok yerde ifade edilmesi bana inanılmaz bir haz veriyor. Beni birinci sınıftan tanıyan hocalarıma yöneticilik yapmak hem çok zor hem de çok onurlu bir görevdi. 1995 yılında Ankara Tıp Fakültesi’nin 50. Kuruluş Etkinliklerini düzenlemek hayatımın en anlamlı anılarından biri olarak halen dün gibi tazeliğini korumaktadır.1996’dan itibaren Genel Cerrahi Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak görevimi sürdürdüm. 26 Kasım 2009’da Genel Cerrahi Anabilim Dalı Başkanı seçildim. Bu tarihten itibarende bu onurlu görevi sürdürmeye gayret ediyorum.
Türkiye’de İlk Genel Cerrahi Alt Disiplinlerini Kurduk
1991 yılında Ankara Tıp Fakültesi’nde Genel Cerrahi bünyesinde Türkiye’de ilk olarak alt disiplinleri arkadaşlarımla birlikte kurduk. Üst gastro intestinal yani sindirim sistemi, alt gastrointestinal veya kolo rektal sistem, hepatobiliyar yani safra yolları, endokrin, meme, transplantasyon ve vasküler cerrahi ünitelerini kurduk. 20 yıldır bu üniteler başarıyla işliyor. Burada yetişen arkadaşlarımız yalnızca bu konularla uğraştıkları için kendilerinin elde ettiği birikimler ve deneyimlerle sadece Türkiye’de değil yurt dışında da saygın birer bilim insanı olarak değişik yerlerde hem kliniğimizin hem fakültemizin adını başarıyla duyuruyorlar. Bu da benim için gurur kaynağı oluyor. Bu model Türkiye’de bizden başka pek çok yerde denenmek istendi ama başarılı olamadı. Çünkü bu uygulama tabandan gelen bir modeldi. Tepeden zorlamacı bir model olmadığı için oturdu. Bir başka değişle sık kullandığım bir tabirle temeli sağlam olduğu için 20 yıldır bu başarı sürüp gidiyor. Bunu da bütün meslektaşlarım imrenerek ve takdirle ifade ediyorlar.
İnsanlar Kendilerini Bıktırmadan Yerlerini Genç İnsanlara Bırakmalı
18 yaşından beri derneklerin içerisindeydim, öğrencilik hayatımda öğrencilik yıllarında Sosyal Demokrasi Derneği’nin Ankara Tıp şubesini bir grup arkadaşımla birlikte kurduk. Türkiye’de dernekçilik özellikle 70’li yıllarda çok zordu. Fakat biz 1970’li yılların sonunda önce Ankara Cerrahi Derneği’ni kurduk, sonrada 1982 yılında Türk Genel Cerrahi Derneği’ni kurduk. Bu iki saygın dernekte üyelikten başkanlığa varan görevleri yürüttüm. Türk Cerrahi Derneği’nin 2006-2008 yılları arasında Başkanlığını yaptım. 2 bin 650 kişilik bir kongreyle bu görevimi tamamladım düşüncesindeyim. 2010 yılında da görevimi sonlandırdım. İnsanların kendilerini bıktırmadan yerlerini genç insanlara bırakması düşüncesinde olduğum içinde bu kararın ne kadar doğru olduğunu düşünüyorum. Hiç kimsenin alternatifsiz olmadığını dolayısıyla arkamızda bıraktığımız boşluğun bir şekilde dolacağına inanıyorum.
Meme Cerrahi Derneğinden Federasyona
1999 yılında Ankara Cerrahi Derneği’nin bünyesinde 6 tane çalışma grubu oluşturdum. Bunların içerisinde sadece Meme Çalışma Grubu ayakta kalabildi. Daha sonra bu Ankara Meme Hastalıkları Derneği oldu ve kurucu başkanlığını üstlendim. Bu dernek başka bir ilke daha imza attı ve 2007 yılında Türkiye’deki bütün meme hastalıkları derneklerini bir federasyon çatısı altında topladı. Federasyonun kurucu başkanlığını yaptım ve şimdi de yine o görevi benden sonraki genç arkadaşlara bırakmanın mutluluğunu yaşıyorum.
Bugün 64 Yaşındayım ama Kendimi 44 Yaşında Hissediyorum
Devlet’in vermiş olduğu değişik görevleri de üstlenip sonuna kadar bunları tamamlamaya hep özen gösterdim. 7., 8. ve 9. V Yıllık Kalkınma Planları’nda yaklaşık 200 kişinin oluşturduğu Sağlık Komisyonları’nın Başkanlığı’nı üstlendim.7. plandan itibaren toplumumuzun yaşlandığına ve yaşlılığa önem verilmesini vurguladım. Türkiye’de de yaşlı nüfus artmaya başladı. Bunlarla ilgili bir takım sosyal sorunlar gündeme gelmeye başladı. Bu insanların barınacakları ve yaşantılarını sürdürebilecekleri aynı zamanda tedavilerini sağlayacak bakım merkezlerinin kurulmalarına ihtiyaç vardır. Bu tip yerlerin daha rasyonel daha efektif kullanılacağı sosyal bir projenin içerisinde yer almayı hep düşündüm. Bir gün hepimiz yaşlanacağız, bugün 64 yaşındayım ama kendimi 44 yaşında hissediyorum. Ben de yaşlandığımda başkalarına muhtaç olmadan yaşayabilmeliyim. Bu tip projelerin de Türkiye içinde artık gereksinimi olduğuna inanan biriyim.
Meslek örgütümüzde de çok önemli bir görevi üstlendim. 1994 yılında Türkiye’deki tıp alanındaki tüm uzmanlık derneklerini bir çatı altında toplamak amacıyla Türk Tabipleri Uzmanlık Dernekleri Koordinasyon Kurulu2nun Kurucu Başkanı oldu. Bu onurlu görevi 9 yıl sürdürdüm. Küskün kardeşleri bir araya getirdik ve uzlaşmayı gerçekleştirdik. Avrupa’daki meslektaşlarımız ile ilişkilerimizi arttırdık.
Bir Hafta Nöbet Tutardık
Dünyanın sayılı hekimlerinin yanında eğitim aldım. Başta kliniğimizin kurucularından rahmetli Hilmi Akın hocamız olmak üzere, Türk Cerrahi Derneğinin Kurucu Başkanı Prof. Dr. Ahmet Yağcıoğlu hocalarımız ile birlikte çok iyi bir uzman olarak yetiştiğim inancındayım. Baş asistanlık dönemim benim için acılarla doludur. 12 Eylül öncesinin o kanlı acılı dönemini baş asistan olarak yaşadım. Pek çok genci ameliyat ederken kimini kurtardık kimini ameliyat masasında kaybettik. 1981 yılında ilk Ulusal Cerrahi Kongresinin konularına baktığınız zaman adeta bir harp cerrahisinin konuları tartışılıyordu. Asistanlık döneminde 7 gün nöbet tutuyorduk. Cumartesi nöbet başlardı ertesi hafta cumartesi öğlen çıkılırdı. Dolayısıyla bizden öncekilerin 15 gün bazısının ise 1 ay nöbet tuttuğunu görünce sesimizi çıkarmazdık. Bugün bir gün nöbet tutup ertesi gün ayakta duramayan gençleri görünce zamanında çok işler yapmışız diyorum.
Asistanım Beni Geçecek
1976 yılında uzman olduğumdan bu yana tıp eğitiminin içerisindeyim. Hem Genel Cerrahi Anabilim Dalı Başkanı olarak hem de Tıp Eğitimi Anabilim Başkan Vekili olarak tıp eğitimi görevimi sürdürüyorum. Mezuniyet öncesi ve sonrasında, özellikle mesleki yaşantısı boyunca uzman olduktan sonra kendini yetiştirmesi için çaba harcayan insanların yanında sürekli mesleki gelişimde yer alan biriyim. Kendime bir hedef belirledim. “Asistanım beni geçecek” dedim bunu başardım da. Bugün Anadolu’nun dört bir yanında Rektör, Dekan, Profesör, Doçent, Uzman olarak görev yapan öğrencileri görünce, onların başarılarını duyunca ne kadar doğru işler yaptığımı düşünüyorum.
Kitaplarıma Asistanlarımla Ortak İmza Attım
Kitaplarımın çoğunluğu tıp eğitimi ile ilgili konular. Gençlere hep bu konuda destek oldum. Birlikte çalışma yaptığım asistanlarımın ismiyle birlikte kitap çıkarttım. Kusura bakmasınlar bir öz eleştiri yapmak zorundayız. Çoğu hocamız sadece kendi ismini yazarken hiçbir zaman ben böyle bir talepte bulunmadım. Asistanlarım hep bu çalışmalarda benimle birlikte yer aldılar. Ayrıca Türk Cerrahi Derneğinin tarihçesi ve kongrelerini iki ayrı kitap haline getirmek beni çok mutlu etmiştir.
Yılbaşı Hediyem Ölecek Hastamın Kurtulması Oldu
Yılbaşı geceleri daima kıdemsizler nöbete kalır. 1971 yılının 31 Aralık günü ilk yılbaşı nöbetine kaldım. 23:30’da Konya Kulu’dan 9 yaşında bir kız çocuğunu getirdiler, adı Kadife idi. Peritonit olmuştu, yani apandisiti patlamıştı. Yaşama şansı kısıtlıydı, biz Kadife’nin ameliyatına gece 12’ye doğru girdik. Ameliyat bittiğinde gün ağarmıştı. Kadife bir hafta sonra taburcu oldu. Bize yılbaşı hediyesi oldu. Bu cerrahinin en güzel tarafıdır. İşimi zevk duyarak yapıyorum. Bugün mesleğimde 40. yılımı doldurdum. Bu 40 yıl boyunca hekimlik mesleğini zevkle ve gururla yaptım. Ama 41 yıl aynı duyguları yaşayacağım konusunda şüphelerim var. Endişelerim var.
İnsanlara Dürüst Olurum, Düşüncelerimi Yüzlerine Söylerim
Çalışmalarım mükemmel olmasa da mükemmele yakın olmalıdır. Yalan yanlış iş yapılmam. Verilen bir görevi layıkıyla yerine getiririm. .Herkese kapım açıktır, bildiğimi paylaşırım. Bunları paylaştığım zaman mutlu olurum. İnsanlara karşı daima dürüst olurum, yanlışları var ise onlara bunu açık yüreklilikle yüzlerine söylerim. Arkadan konuşma huyum asla yoktur.
Yurt ve Vatan Sevgimi Hocalarıma Borçluyum
Beni yetiştiren tüm hocalarıma ilkokul hocamdan üniversiteye kadar hepsinden güzel örnekler aldım. Bana yurt ve insan sevgisini aşıladılar. Mesela odamdan çıkarken mutlaka ışığı söndürürüm. Akan bir su beni rahatsız eder. İnsana insanca değer vermeyi o hocalarımdan öğrendim. Okuma aşkını, daima araştırmayı, bunları çevresi ile paylaşmayı bana büyük insanlar aşıladılar.
Hastalarla İyi Diyalog Kurarım ve Onlarla Aile gibi Olurum
Meslek hayatım boyunca hastalarıma hep insanca değer vermeye özen gösterdim. Hekim olarak çok farklı sosyo-ekonomik yapıdaki insanlarla karşı karşıya geliyoruz. Özellikle iletişim çağında tıp jargonu kullanmadan onların anladığı dilden bir şeyler ifade ettiğiniz takdirde hasta sizinle diyalog kurabiliyor. Yurt dışında yapılan çalışmalar 18 saniye sonra hekimin hastasının sözünü kestiği gerçeğini ortaya koyuyor. Dolayısıyla biz biraz dinlemeyi bileceğiz. Hastanın anlattıklarını not alacağız. Bir zaman sonra hastalarımla aile gibi olurum. Dostluklar yıllar boyu süregelir.
Her zaman gülerim, karşınızdaki hasta asık suratlı biriyle karşılaşmak istemez. Evde eşinizle kavga etseniz de bunu hastaya yansıtmayacaksınız. En son 1986 yılında babamı erken kaybettiğimde ağladım. Kolay kolay ağlayan biri değilim. Pişmanlıklarım yerine bugünkü durumdan memnunum olmayı yeğlerim.
Genç Hekimler İşini Sevmeli ve İdealini Belirlemeli
Genç hekimler önce insanı sevecek, onlara değer verecek. Bu mesleğe para kazanmak için girmeyecek. Bu mesleği köşkler, villalar, yatlar alabileceğim diye girmeyecek. Bu özveri mesleğidir. Hayatı iyi planlamak için insanın bir hedefi olması lazım. İdealinizi asistanlık döneminde ortaya koyabilmeniz lazım. Akademisyenlik için iyi bir yabancı dil bilmeniz gerekir. Başkalarından bir şey beklemeyeceksiniz, siz kendiniz yapacaksınız. Bana yapılmamış destekleri ben asistanlarıma yaptım, onları hep teşvik ettim.
2 yıl önce Kahramanmaraş’ta göz hekimi arkadaşım Mehmet Aksakal bir hediye getirdiğini söyledi. Baktım benim 2. ve 3. sınıftaki ders notlarımı saklamış ve getirmiş. O günkü Türkiye ile bugünkü arasındaki ekonomik farklılığı görmeniz açısından son derece önemli bir örnektir bu notlar. Teksir kâğıdının arkasına not tutmuşuz, bugün ise geri dönüşümlü kağıtlar konusunda özen göstermeyen bir toplum olduk.
Eşimle Türk Filmlerindeki gibi Tanıştık
1971 yılında asistanlığa başladıktan kısa bir süre sonra hastaneye yatan ve apendektomi ameliyatı geçiren bir genç bayan aynı Türk filmlerinde olduğu gibi daha sonra benim hayat arkadaşım oldu. Sevgili eşim Gülsün’le 1974 yılında evlendik.
Eşim Doğumdayken Bende Tez Sunumu Yaptım
1976 yılında iki mutluluğu bir arada yaşadım.. Eşimi doğum için kadın doğum kliniğine yatırdığımda o doğum sancıları çekerken ben de tezimin görüşülmesinde genel cerrahi kliniğinin jürinin kapısında karın ağrıları çekiyordum. 1976 yılında biricik sevgili kızım Başak dünyaya geldi.
Türkiye’de kısa dönem askerliği ilk defa biz Ankara’da Zırhlı Birlikler Okulu’nda yaptık. 27 yaşındaydım askere gittiğim zaman ama 45 yaşındaki profesör ve doçent ağabeylerin yanında kendimi çocuk gibi hissediyordum. Uzman olduğum 1976 yılından itibaren Ankara Tıp Genel Cerrahi Kliniği’nde baş asistan olarak göreve başladım. 12 Eylül öncesi dönemin en acımasız olaylarını bir hekim olarak çok yakından yaşadım.
1982 yılında İstanbul’da Ord. Prof. Dr. Tevfik Sağlam’ın isminin verildiği muhteşem amfide “Akut Pankreatit” konulu dersle Doçent ünvanını aldım.
Erciyes Üniversitesi’nde Dekanlık
1985 yılında Ankara Tıp Fakültesi’ne Dekan Yardımcısı olarak atandım. 1989 yılında ise hayatımda önemli bir değişiklik oldu ve Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığı görevine atandım. Kayseri’de görev yaptığım süre içerisinde çok güzel dostluklar ve arkadaşlıklar edindim. Yeni kurulan bir Fakülte’de ve genç bir öğretim üyesi ekibiyle son derece kısıtlı olanaklara rağmen neler yapılabileceğinin güzel örneklerini ortaya koyduk. 1991 yılının Eylül ayında yaklaşık 2 yıl 9 ay görev yaptığım Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden ayrılıp Ankara’ya dönerken bu süre içerisinde birlikte çalıştığım personel arkadaşlarımdan ayrılmam hiç kolay olmadı.
Öğrencilikten Dekanlığa Uzanan Bir Merdiven
1991 yılı Eylül’ünde ise bu kez Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığı’na atandım. 1991-1996 yılları arasında Dekanlık görevimi sürdürdüm. Benim için çok onur verici bir görevdi. Öğrenci olarak girdiğim bir fakültede aşama aşama ilerleyip Dekanlık makamına kadar yükselmek çok anlamlı idi. Bu göreve başladığımda ortaya attığım “Türkiye Cumhuriyeti’nin İlk Tıp Fakültesi” sloganı çok tuttu. Aradan 20 yıl geçmiş olmasına rağmen halen bu sloganın pek çok yerde ifade edilmesi bana inanılmaz bir haz veriyor. Beni birinci sınıftan tanıyan hocalarıma yöneticilik yapmak hem çok zor hem de çok onurlu bir görevdi. 1995 yılında Ankara Tıp Fakültesi’nin 50. Kuruluş Etkinliklerini düzenlemek hayatımın en anlamlı anılarından biri olarak halen dün gibi tazeliğini korumaktadır.1996’dan itibaren Genel Cerrahi Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak görevimi sürdürdüm. 26 Kasım 2009’da Genel Cerrahi Anabilim Dalı Başkanı seçildim. Bu tarihten itibarende bu onurlu görevi sürdürmeye gayret ediyorum.
Türkiye’de İlk Genel Cerrahi Alt Disiplinlerini Kurduk
1991 yılında Ankara Tıp Fakültesi’nde Genel Cerrahi bünyesinde Türkiye’de ilk olarak alt disiplinleri arkadaşlarımla birlikte kurduk. Üst gastro intestinal yani sindirim sistemi, alt gastrointestinal veya kolo rektal sistem, hepatobiliyar yani safra yolları, endokrin, meme, transplantasyon ve vasküler cerrahi ünitelerini kurduk. 20 yıldır bu üniteler başarıyla işliyor. Burada yetişen arkadaşlarımız yalnızca bu konularla uğraştıkları için kendilerinin elde ettiği birikimler ve deneyimlerle sadece Türkiye’de değil yurt dışında da saygın birer bilim insanı olarak değişik yerlerde hem kliniğimizin hem fakültemizin adını başarıyla duyuruyorlar. Bu da benim için gurur kaynağı oluyor. Bu model Türkiye’de bizden başka pek çok yerde denenmek istendi ama başarılı olamadı. Çünkü bu uygulama tabandan gelen bir modeldi. Tepeden zorlamacı bir model olmadığı için oturdu. Bir başka değişle sık kullandığım bir tabirle temeli sağlam olduğu için 20 yıldır bu başarı sürüp gidiyor. Bunu da bütün meslektaşlarım imrenerek ve takdirle ifade ediyorlar.
İnsanlar Kendilerini Bıktırmadan Yerlerini Genç İnsanlara Bırakmalı
18 yaşından beri derneklerin içerisindeydim, öğrencilik hayatımda öğrencilik yıllarında Sosyal Demokrasi Derneği’nin Ankara Tıp şubesini bir grup arkadaşımla birlikte kurduk. Türkiye’de dernekçilik özellikle 70’li yıllarda çok zordu. Fakat biz 1970’li yılların sonunda önce Ankara Cerrahi Derneği’ni kurduk, sonrada 1982 yılında Türk Genel Cerrahi Derneği’ni kurduk. Bu iki saygın dernekte üyelikten başkanlığa varan görevleri yürüttüm. Türk Cerrahi Derneği’nin 2006-2008 yılları arasında Başkanlığını yaptım. 2 bin 650 kişilik bir kongreyle bu görevimi tamamladım düşüncesindeyim. 2010 yılında da görevimi sonlandırdım. İnsanların kendilerini bıktırmadan yerlerini genç insanlara bırakması düşüncesinde olduğum içinde bu kararın ne kadar doğru olduğunu düşünüyorum. Hiç kimsenin alternatifsiz olmadığını dolayısıyla arkamızda bıraktığımız boşluğun bir şekilde dolacağına inanıyorum.
Meme Cerrahi Derneğinden Federasyona
1999 yılında Ankara Cerrahi Derneği’nin bünyesinde 6 tane çalışma grubu oluşturdum. Bunların içerisinde sadece Meme Çalışma Grubu ayakta kalabildi. Daha sonra bu Ankara Meme Hastalıkları Derneği oldu ve kurucu başkanlığını üstlendim. Bu dernek başka bir ilke daha imza attı ve 2007 yılında Türkiye’deki bütün meme hastalıkları derneklerini bir federasyon çatısı altında topladı. Federasyonun kurucu başkanlığını yaptım ve şimdi de yine o görevi benden sonraki genç arkadaşlara bırakmanın mutluluğunu yaşıyorum.
Bugün 64 Yaşındayım ama Kendimi 44 Yaşında Hissediyorum
Devlet’in vermiş olduğu değişik görevleri de üstlenip sonuna kadar bunları tamamlamaya hep özen gösterdim. 7., 8. ve 9. V Yıllık Kalkınma Planları’nda yaklaşık 200 kişinin oluşturduğu Sağlık Komisyonları’nın Başkanlığı’nı üstlendim.7. plandan itibaren toplumumuzun yaşlandığına ve yaşlılığa önem verilmesini vurguladım. Türkiye’de de yaşlı nüfus artmaya başladı. Bunlarla ilgili bir takım sosyal sorunlar gündeme gelmeye başladı. Bu insanların barınacakları ve yaşantılarını sürdürebilecekleri aynı zamanda tedavilerini sağlayacak bakım merkezlerinin kurulmalarına ihtiyaç vardır. Bu tip yerlerin daha rasyonel daha efektif kullanılacağı sosyal bir projenin içerisinde yer almayı hep düşündüm. Bir gün hepimiz yaşlanacağız, bugün 64 yaşındayım ama kendimi 44 yaşında hissediyorum. Ben de yaşlandığımda başkalarına muhtaç olmadan yaşayabilmeliyim. Bu tip projelerin de Türkiye içinde artık gereksinimi olduğuna inanan biriyim.
Meslek örgütümüzde de çok önemli bir görevi üstlendim. 1994 yılında Türkiye’deki tıp alanındaki tüm uzmanlık derneklerini bir çatı altında toplamak amacıyla Türk Tabipleri Uzmanlık Dernekleri Koordinasyon Kurulu2nun Kurucu Başkanı oldu. Bu onurlu görevi 9 yıl sürdürdüm. Küskün kardeşleri bir araya getirdik ve uzlaşmayı gerçekleştirdik. Avrupa’daki meslektaşlarımız ile ilişkilerimizi arttırdık.
Bir Hafta Nöbet Tutardık
Dünyanın sayılı hekimlerinin yanında eğitim aldım. Başta kliniğimizin kurucularından rahmetli Hilmi Akın hocamız olmak üzere, Türk Cerrahi Derneğinin Kurucu Başkanı Prof. Dr. Ahmet Yağcıoğlu hocalarımız ile birlikte çok iyi bir uzman olarak yetiştiğim inancındayım. Baş asistanlık dönemim benim için acılarla doludur. 12 Eylül öncesinin o kanlı acılı dönemini baş asistan olarak yaşadım. Pek çok genci ameliyat ederken kimini kurtardık kimini ameliyat masasında kaybettik. 1981 yılında ilk Ulusal Cerrahi Kongresinin konularına baktığınız zaman adeta bir harp cerrahisinin konuları tartışılıyordu. Asistanlık döneminde 7 gün nöbet tutuyorduk. Cumartesi nöbet başlardı ertesi hafta cumartesi öğlen çıkılırdı. Dolayısıyla bizden öncekilerin 15 gün bazısının ise 1 ay nöbet tuttuğunu görünce sesimizi çıkarmazdık. Bugün bir gün nöbet tutup ertesi gün ayakta duramayan gençleri görünce zamanında çok işler yapmışız diyorum.
Asistanım Beni Geçecek
1976 yılında uzman olduğumdan bu yana tıp eğitiminin içerisindeyim. Hem Genel Cerrahi Anabilim Dalı Başkanı olarak hem de Tıp Eğitimi Anabilim Başkan Vekili olarak tıp eğitimi görevimi sürdürüyorum. Mezuniyet öncesi ve sonrasında, özellikle mesleki yaşantısı boyunca uzman olduktan sonra kendini yetiştirmesi için çaba harcayan insanların yanında sürekli mesleki gelişimde yer alan biriyim. Kendime bir hedef belirledim. “Asistanım beni geçecek” dedim bunu başardım da. Bugün Anadolu’nun dört bir yanında Rektör, Dekan, Profesör, Doçent, Uzman olarak görev yapan öğrencileri görünce, onların başarılarını duyunca ne kadar doğru işler yaptığımı düşünüyorum.
Kitaplarıma Asistanlarımla Ortak İmza Attım
Kitaplarımın çoğunluğu tıp eğitimi ile ilgili konular. Gençlere hep bu konuda destek oldum. Birlikte çalışma yaptığım asistanlarımın ismiyle birlikte kitap çıkarttım. Kusura bakmasınlar bir öz eleştiri yapmak zorundayız. Çoğu hocamız sadece kendi ismini yazarken hiçbir zaman ben böyle bir talepte bulunmadım. Asistanlarım hep bu çalışmalarda benimle birlikte yer aldılar. Ayrıca Türk Cerrahi Derneğinin tarihçesi ve kongrelerini iki ayrı kitap haline getirmek beni çok mutlu etmiştir.
Yılbaşı Hediyem Ölecek Hastamın Kurtulması Oldu
Yılbaşı geceleri daima kıdemsizler nöbete kalır. 1971 yılının 31 Aralık günü ilk yılbaşı nöbetine kaldım. 23:30’da Konya Kulu’dan 9 yaşında bir kız çocuğunu getirdiler, adı Kadife idi. Peritonit olmuştu, yani apandisiti patlamıştı. Yaşama şansı kısıtlıydı, biz Kadife’nin ameliyatına gece 12’ye doğru girdik. Ameliyat bittiğinde gün ağarmıştı. Kadife bir hafta sonra taburcu oldu. Bize yılbaşı hediyesi oldu. Bu cerrahinin en güzel tarafıdır. İşimi zevk duyarak yapıyorum. Bugün mesleğimde 40. yılımı doldurdum. Bu 40 yıl boyunca hekimlik mesleğini zevkle ve gururla yaptım. Ama 41 yıl aynı duyguları yaşayacağım konusunda şüphelerim var. Endişelerim var.
İnsanlara Dürüst Olurum, Düşüncelerimi Yüzlerine Söylerim
Çalışmalarım mükemmel olmasa da mükemmele yakın olmalıdır. Yalan yanlış iş yapılmam. Verilen bir görevi layıkıyla yerine getiririm. .Herkese kapım açıktır, bildiğimi paylaşırım. Bunları paylaştığım zaman mutlu olurum. İnsanlara karşı daima dürüst olurum, yanlışları var ise onlara bunu açık yüreklilikle yüzlerine söylerim. Arkadan konuşma huyum asla yoktur.
Yurt ve Vatan Sevgimi Hocalarıma Borçluyum
Beni yetiştiren tüm hocalarıma ilkokul hocamdan üniversiteye kadar hepsinden güzel örnekler aldım. Bana yurt ve insan sevgisini aşıladılar. Mesela odamdan çıkarken mutlaka ışığı söndürürüm. Akan bir su beni rahatsız eder. İnsana insanca değer vermeyi o hocalarımdan öğrendim. Okuma aşkını, daima araştırmayı, bunları çevresi ile paylaşmayı bana büyük insanlar aşıladılar.
Hastalarla İyi Diyalog Kurarım ve Onlarla Aile gibi Olurum
Meslek hayatım boyunca hastalarıma hep insanca değer vermeye özen gösterdim. Hekim olarak çok farklı sosyo-ekonomik yapıdaki insanlarla karşı karşıya geliyoruz. Özellikle iletişim çağında tıp jargonu kullanmadan onların anladığı dilden bir şeyler ifade ettiğiniz takdirde hasta sizinle diyalog kurabiliyor. Yurt dışında yapılan çalışmalar 18 saniye sonra hekimin hastasının sözünü kestiği gerçeğini ortaya koyuyor. Dolayısıyla biz biraz dinlemeyi bileceğiz. Hastanın anlattıklarını not alacağız. Bir zaman sonra hastalarımla aile gibi olurum. Dostluklar yıllar boyu süregelir.
Her zaman gülerim, karşınızdaki hasta asık suratlı biriyle karşılaşmak istemez. Evde eşinizle kavga etseniz de bunu hastaya yansıtmayacaksınız. En son 1986 yılında babamı erken kaybettiğimde ağladım. Kolay kolay ağlayan biri değilim. Pişmanlıklarım yerine bugünkü durumdan memnunum olmayı yeğlerim.
Genç Hekimler İşini Sevmeli ve İdealini Belirlemeli
Genç hekimler önce insanı sevecek, onlara değer verecek. Bu mesleğe para kazanmak için girmeyecek. Bu mesleği köşkler, villalar, yatlar alabileceğim diye girmeyecek. Bu özveri mesleğidir. Hayatı iyi planlamak için insanın bir hedefi olması lazım. İdealinizi asistanlık döneminde ortaya koyabilmeniz lazım. Akademisyenlik için iyi bir yabancı dil bilmeniz gerekir. Başkalarından bir şey beklemeyeceksiniz, siz kendiniz yapacaksınız. Bana yapılmamış destekleri ben asistanlarıma yaptım, onları hep teşvik ettim.
Türk İnsanı Arabasına Gösterdiği Özeninin 10’da Birini Kendisine Göstermesi Gerekir
1996 yılında Kuzey Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, kalp krizi geçirdi ve fakültemize geldi. O zaman dekandım. Kendisini her gün odasında ziyaret ediyordum, “Sayın Cumhurbaşkanı Türk insanı arabasına gösterdiği özeninin 10’da 1’ini kendisine göstermesi gerekir” dedim. Ertesi gün yaptığı basın toplantısında bana baktı ve“kendimize arabasına gösterdiğimiz özeninin 10’da 1’ini göstereceğiz. Dün bir dostumdan aldığım özdeyişle konuşmama başlamak istedim” dedi.
Akademisyen Anne ve Babanın Akademisyen Kızı
Eşim, Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesinde Profesör olarak görev yapıyor, Kızım ise ODTÜ’de doktorasını tamamlayıp, Kocaeli Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatında öğretim görevlisi olarak çalışıyor. Aile hayatına ailenin güçlü temeller üzerine oturtulmasına inanan biriyim. Dolayısıyla da denge karşılıklı sevgi ve saygıyla kurulur. Bugüne kadar bunu sürdürdüğüm inancındayım. Eşlerin anne babalarını fazla işlere karıştırılmamasını önerim. Eşimin ailesine kendi ailem gibi saygı gösteririm.
Hafta sonları da çalışırım, kendimi işkolik olarak düşünüyorum. Eve iş götürürüm. Araba kullanmadığım için çoğu yere yürüyerek gidiyorum. Günde 10 bin adımın ötesine geçtiğimi adım ölçerimle hesaplıyorum.
Kalem, Kitap ve Müzik Kolleksiyonum Var
Zengin bir kalem koleksiyonum var, bir sergi açarsam çok kişinin ziyaret edeceğinden eminim. İş hayatında günlük stresi önlemek için oluşturduğum geniş bir müzik arşivim var. Türk Sanat Müziğinden klasik batı müziğine kadar geniş bir yelpaze ile ruhumu dinlendiriyorum. Odamda sabahtan akşama kadar devamlı müzik çalar. Kitapları çok severim. Doktorlar çok yönlü olmalılar. Akşam bir yere gittiğinizde insanlar size sadece şikayetlerini anlatmamalılar. Sizin entelektüel yapınızı da görmeliler. Tıp tarihi alanında yapılan araştırmaları inceliyorum. Yakın zamanda okuduğum Zülfü Livaneli’nin Serenad kitabını tavsiye ederim.”
Yorumlar