Ana içeriğe atla

TOPLUMSAL PROJELER YAŞAM KALİTEMİZİ ARTIRIYOR MU?

Sağlık ile ilgili birçok proje hayata geçiriliyor. Bu projelerin arka planını da görme şansım olduğu durumlarda bazen ekibin işine hakim ve başarılı olduğunu düşündüğüm durumlar olduğu gibi, bazen de eline yüzüne bulaştıranların nasıl iş alabildiğine hayret ediyorum. 

Yapılan bu projelerde işin uzmanları çalıştığında, ne kadar başarılı olduklarını, hedef kitlede oluşturdukları davranış değişikliğiyle görebiliyoruz. Türkiye’de yüzlerce toplumsal projenin her yıl özel kurumlar, sivil toplum ve kamu kuruluşlarıyla birlikte hayata geçirildiğini söyleyen Istanbul Pozitif Psikoloji Akademisi Kurucusu Fatmanur Erdoğan, projelerle ilgili bilinmesi gereken önemli noktaları anlattı. 

Kiminle konuşsak herkes maddi sorun yaşıyor. Ancak bazen bir proje yapılıyor ve çok fazla harcama yapılmış oluyor. Gerçekten kaynak sorunu var mı? 

Sorunlar çok çeşitli ve büyük olunca, ürün ve hizmetleriyle rekabet eden şirketler, toplumsal sorunların çözümünde el birliği ile yol alıyor. Yapılan toplumsal projelerin sayısı, bu projeler için aktarılan finansman ve emek gücünü de dikkate aldığımızda toplumsal sorunların çözümü için kaynak yaratma sorunu olmadığını düşünebiliriz.

Ne gibi projeler yapılıyor?
Toplumsal projelere özel sektör ayağında kurumsal sosyal sorumluluk (KSS) projeleri de deniyor. Örneğin, “Her Kızımız Bir Yıldız” projesi ile ilköğretim mezunu kız öğrencilerine burs ve staj imkanı sağlayarak mesleki eğitimi teşvik ediyor. “Fikir Çarkı Girişimcilik programı” ile girişimcilere dijital projeleri için yılda 5 milyon TL maddi destek sağlamayı hedefliyor.  “Düşünme Gücü” projesi, soran sorgulayan gençlik için öğretmen eğitimine destek vererek, 8 ilde 6 bin 600 öğretmen ile 200 bin öğrenciye ulaşmayı hedefliyor. Argande projesi, Batman ve Mardin’de kurulan atölyelerde 200’ü aşkın kadına istihdam sağlıyor.

İşsizliğe çözüm projelerinden tutun da, eğitim, kadın ve sağlık odaklı onca proje varken, çoğu hakkında bilgi sahibi olmadığımız gibi, bu projelerin topluma katkısının ne derece olduğunu da bilemiyoruz. Buna rağmen, her yıl kurumlar tarafından projeler yapılmaya ve fonlar ayrılmaya devam ediyor. 

Ürünlerini geliştirmek için ürününün müşterisi üzerinde nasıl bir etki yarattığını bilmeyi tercih eden iş dünyamız, nasıl oluyor da yaptığı sosyal sorumluluk projelerinin topluma nasıl bir katkısı olduğunu bilmeden ve arabesk iletişim yöntemlerine sığınarak hareket etmeye devam ediyor?

Bu sorunun birkaç açıklaması var. 

Bunlardan biri, hala iki sohbet arasında ortaya çıkan “hadi kız çocuklarını ve annelerini eğitelim” klişe yaklaşımlarla yapılan projelerin olması. 

Bir diğer nedeni yanlış amaçlarla ortaya atılan işlerin varlığı: Engelli vatandaşları, şirket partilerinde çalışanları “motive” etme aracı olarak kullanan zihniyet ve bir yandan da kurumlarda yükselen mobbing rakamları ile sağlıklı çalışanı engelli hale getiren “iyi görünme” hedefli işlerin olması. 

Ya da Kurumsal Sosyal Sorumluluk (KSS) kılıflı işlere örnek verecek olursak, “CEO eşlerine yönelik sanat etkinlikleri” yaparak, bunu bir sorumluluk projesi gibi yansıtıp, KSS’nin altını boşaltan işlerle, sözde sanatı destekleyen ama kadının yerini “CEO eşi” olarak konumlayan, kadın üzerinden eşlerine satış yaptırmaya odaklı çalışmaların olması. 

Bu projelerin asıl yapılma amacı nedir?
Şirketlerin sosyal sorumluluk çalışmalarını yapma niyetlerinin ardında, eskiden, genellikle kuruma itibar kazandırmak amacı yatıyordu.  Bu projeler vasıtasıyla kurumların iletişimi yapılıyordu. Sorumluluk şemsiyesi altında yapılan ürün kampanyalarıyla satışların artırılması amaçlanıyordu. Her satın aldığınız ürünün belli bir yüzdesinin sivil toplum kuruluş (STK)’larına aktarılacağının duyurulması, ancak markanın bunun dışında bir toplumsal taahhüdünün olmaması, stratejik yaklaşımı olmayan, günü kurtarmaya yönelik çabalar olarak kaldı. 

Tüm bu ve benzeri yaklaşımlar toplum ve çalışanlar tarafından samimiyetsiz olarak görüldü ve kurumların itibarına olumsuz etki etmeye başladı. 

Toplumsal proje yatırımları, sürdürülebilir bir gelecek yaratma anlayışına dayanır. 
Tüm sosyal sorumluluk projeleri özünde, toplumun “yaşam kalitesini” artırmayı amaçlar. Fakat amaç itibar yaratmak, ürün satmak ya da çalışan bağlılığı sağlamak olarak ortaya konduğunda, proje planlarınız ve başarı kriterlerinizde farklı olur. Bu noktada stratejik yaklaşımdan da bahsedemezsiniz. Doğru planlayamadığınız bir işin iletişimi de sonuçları da etkisi de yetersiz kalır. 

Peki sizce çözüm ne?
Kurumsal sosyal sorumluluk projelerinin bireyin, çalışanların ve toplumun “yaşam kalitesini” yükseltmek odağıyla hayata geçirilmesi gerektiğini öngörüyorum. Bu anlayışla stratejisini çizdiğimiz, planladığımız, ölçümlediğimiz ve iletişimini yaptığımız projelerin bireye ve topluma etkisini daha net görebiliyoruz. Uzun vadede, bir projenin tüm paydaşlarının eline, yaptıkları proje ile toplumun yaşam kalitesini nasıl artırdıklarını gösteren veriler sunmuş oluyoruz. Aynı çalışmayı, şirket içi projeler ve müşteriler için de düşünmeliyiz. Kurum içinde yapılan çalışmaların, çalışanın yaşam kalitesine etkisini de ölçümlediğimizde, tüm diğer çalışmalarla birlikte baktığımızda, sürdürülebilirlik stratejilerinin ortasına “well-being” yani kaliteli/iyi yaşamı oturtmuş oluruz. 

Toplumsal projelerin gerçek anlamda etkisinin olabilmesi için önerdiğim bu model “Pozitif Psikoloji” biliminin araştırmalarından ve çalışmalarından yola çıkıyor. 

Sosyal Sorumluluk projeleri genellikle girdi-çıktı mantığı ile ele alınıyor. Mesela, her yıl 1 milyon TL bütçe ayırarak 20 bin gencin eğitimine destek sağlıyor olmayı hedeflediyseniz, bu bir girdi-çıktı mantığıdır. Hedefiniz sadece 20 bin öğrenciyi eğitmek olduğunda, bu öğrencilerin hayatlarına nasıl bir katkı sağladığınız ile ilgili elinizde bir veri bulunmaz. Eğitimin bir faydası olup olmadığını bilemezsiniz, bilseniz de hangi noktada etkisi olduğunu anlamadığınızda, proje boyutunuz ve iletişimi bu noktadan ileri gidemez. 

Yaşam kalitesini artırmaya yönelik stratejik toplumsal proje planlamalarını üç adım daha ileri götürmeliyiz.

Birinci adımda, örneğin, bu 20 bin öğrencinin kaçının üniversite sınavlarında istedikleri bölümlere girdikleri, öğrencinin aldığı eğitim sayesinde özgüveninde, ilişkilerinde, öğrenme kapasitesinde nasıl bir gelişme olduğunu incelemek gibi projenin hedeflerine göre elde etmek istediğimiz kriterleri belirlediğimizde, öğrenciler üzerindeki değişimi görebiliriz. 

İkinci adımda, bu proje sayesinde, öğrencilerin yaşam kalitesinin nasıl etkilendiğini ortaya koymaya odaklanmalıyız. Böylece bu öğrencilerin mutluluk, umut ve yaşam tatmininin ne noktada olduğunu ve yıllar içerisinde yaşam kalitelerinin nasıl geliştiğini gözlemlemiş oluyoruz. Buradan aldığımız somut veriler ile bir sonraki yılın proje hedeflerini daha net belirleyebiliriz.

Üçüncü adımda, bu elde ettiğimiz veriler doğrultusunda, projenin iletişimini nasıl yapmamız gerektiğini belli bir stratejik anlayış çerçevesinde planlamalıyız. Çünkü halka yaptığımız işleri benimsetmek, önemsetmek ve katılımı teşvik etmemiz gerekiyor ki STK’lar ve özel şirketler projeden elini çektiği zaman, proje sürdürülebilir olsun. Aynı zamanda eskiden kurumların “green washing” tadında iletişimlerinin şimdi de “good washing” tadında olmamasını sağlamak için, projelerin iletişiminin samimi ve etik anlayışla yapmayı ilke edinmeliyiz.

Projeler “yaşam kalitesi” araştırmalarıyla ve iletişimiyle desteklenmiş olsaydı, neler değişirdi?

15 yıl boyunca süregelen ancak girdi-çıktı mantığı ile yürütülen projeler “yaşam kalitesi” araştırmalarıyla ve iletişimiyle desteklenmiş olsaydı, bugün kurumlar, STK’lar ile el ele vererek, toplumun yaşam kalitesini nasıl artırdıklarını net ve somut verilerle gösterebilmiş olurdu. STK’lar ve sosyal sorumluluk projeleri de hak ettiği değeri daha iyi bulurdu. Bu veri, kurumlar için olduğu kadar devletler için de kritik önemdedir. Kurumlar, sorumlu bir vatandaş olarak ülkeye kattıkları değeri en açık şekilde görebilmemizi sağladıkları gibi, kurumlara güvenin bu kadar düşük olduğu bir dönemde, yeniden toplumun güvenini kazanacak samimiyetle hareket ettiklerini de dünyaya örnek teşkil edecek ölçüde belgelemiş olurlardı.   

Pozitif Psikoloji bilimi hakkında biraz daha bilgi verebilir misiniz?
Pozitif Psikoloji bireylerin ve toplumların yaşam tatminini artırmayı amaçlayan bir bilim dalı. Bizleri ne daha mutlu ve umutlu yapar? Yeteneklerimizi nasıl farkedebilir ve daha çok kullanabiliriz? İlişkilerimizi ve iletişimimizi nasıl geliştirebiliriz? Karakter ve başarı, pozitif liderlik, tutku ve dayanıklılık gibi konular üzerinde durur.  

Fatmanur Erdoğan kimdir?
Psikolojik Danışmanlık yüksek lisansını Kanada’dan alan Fatmanur Erdoğan; Türkiye’de işletme, Amerika’da pazarlama ve görsel tasarım okudu. Dünyanın en büyük uluslararası şirketlerinin Kurumsal İletişim departmanlarını kurdu, sürdürülebilir gelişim stratejilerine yön verdi. BSH Bosch ve Siemens Ev Aletleri, The Coca-Cola Company, Allianz, Pengkalen Investments, Norsk Hydro Agri International bu şirketlerden bazılarıdır. Hürriyet Daily News’da girişimcilik üzerine köşe yazarlığı yaptı. Beyaz Yakalı Girişimci isimli kitabı Optimist yayınları tarafından yayımlandı. Kariyeryolculugu.com isimli Türkiye’nin ilk kariyer ve yönetim blogunu kurdu. IPPA Istanbul Pozitif Psikoloji Akademisinin kurucu direktörüdür. 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

DOKTOR EŞİ OLMAK!

Sağlık sisteminde yapılan değişikliklerle ilgili hekimlerin yaşadığı mesleki sorunlar gündeme gelirken evlerinde bu durumun yansımaları konuşulmuyor. Evlilik ve Aile Danışmanı Psikolog İlkim Öz ve farklı hekimlerin eşleriyle konuşarak Sağlık Dergisi’nde daha önce ele alınmamış bir konuyu gündeme taşıyoruz. Performans sistemi, Tam Gün uygulaması gibi sağlık çalışanlarının meslekleri ile ilgili sorunlarının sık sık gündeme geldiği şu günlerde, bu durumun özel hayatlarına nasıl yansıdığını araştırdık. Doktorların işlerinde yaşadığı sorunlarını yakından bilen eşleri bu durum hakkında ne diyor. Bu zamana kadar değinilmemiş bir konu olan “doktor eşi olmak” ve sorunlarla uğraşırken nelerin olduğunu öncelikle farklı meslek gruplarından doktor eşlerine sorduk. Sonrasında da Evlilik ve Aile Danışmanı Psikolog İlkim Öz ile konuyu değerlendirdik. Tiyatro Sanatçısı ve Doktor Evliliği Görüştüğümüz ilk doktor eşi tiyatro sanatçısı İpek Çeken Önal, Prof. Dr. Zülküf Önal ile evli. İpek Hanım, eşiyle he

TIBBIN DUAYENLERİ SARUHAN ÇEKİRGE

Hacettepe Üniversitesi Hastaneleri Girişimsel Nöroradyoloji bölümü kendi alanında dünyanın en tepesindeki birkaç merkezden biri olarak kabul ediliyor. Bu alanda birçok ilke imza atan Prof. Dr. Saruhan Çekirge, bu merkezin hikâyesini Sağlık Dergisi Yazı İşleri Müdürü Esra Öz’e anlattı. 2000 yılında TÜBİTAK Bilim Adamı Teşvik Ödülü’nü ve 2001’de Hacettepe Üniversitesi Bilim Teşvik Ödülü’nü alan Prof. Dr. Saruhan Çekirge, “Ünitemizde beyin damar hastalıklarının noninvazif tedavisinde geliştirilen tedavi teknikleri, bu merkezi dünyanın en iyisi olarak kabul ederek, özellikle son 10 yılda dünyanın pek çok ülkesindeki önemli tıp merkezlerinden Ankara’ya gelen, uzman doktorlara eğitim veren bir yapıya dönüştürdü” dedi. Kendi tıp alanında yarattığı gelişmeler devrimsel olarak nitelendirilen Prof Dr Saruhan Çekirge, Prof Dr Işıl Saatci, Doç Dr Kıvılcım Yavuz ve Doç Dr Serdar Geyik’ten kurulu bu ekip tarafından geliştirilen tedavi metotları, tüm dünyadaki hekimler tarafında da yay

TIBBIN DUAYENLERİ: HASAN BİRİ

Yüz üzerinde yayını bulunan kısa bir süre önce Koru Hastanesi’ni açan ve devamında uluslararası alanda başarılara imza atacak üniversite kurmayı hedefleyen Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Öğretim üyesi Prof. Dr. Hasan Biri, iletişimle birlikte sosyal sorumluluk projeleri düzenlemesinin yaşam felsefesi haline gelişini ve hayatını Sağlık Dergisi Yazı İşleri Müdürü Esra Öz’e anlattı. “İyi hekim iyi empati yapan hekimdir” sözüyle hekimlik mesleğinin doğru iletişimden geçtiğini kaydeden Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Öğretim üyesi Prof. Dr. Hasan Biri, Akademik ve etik kurallarla çalışan Koru Hastanesi’nin ileride uluslararası başarılara imza atacak üniversite olacağını belirtti. Prof. Dr. Biri, tıptaki her türlü gelişmeyi takip ederek, sağlık sektörünün ihtiyaçlarını gören ve bu ihtiyaçlar doğrultusunda gerçekçi politikalarla büyümeyi hedefleyen bir sağlık kuruluşu olmayı hedeflediklerini söyledi. Kendi ağzından hayatını ve çalışmalarını dile ge