Ana içeriğe atla

ÖFKEMİZİ NASIL KONTROL ALTINA ALABİLİRİZ?

Hayatın içinde yaşadığımız sürece, birçok aksiliklerle karşılaşıyoruz. Bu aksiliklerde de hemen öfkeleniyor, tepkimizi sözlü ifadelerden fiziksel şiddete kadar uzandırabiliyoruz. Bu süreçte de hem kendimize hem de karşımızdakilere zarar verebiliyoruz. 

Öfke kontrolünü sağlamak, hayatı cehenneme çevirmek yerine daha güzel yaşamak adına adım atmak gerekiyor. Böylece yaşadığımız kötü olaylar unutulan anılara dönüşebiliyor. Çok fazla sinirlenip, öfkelendiğimizde neler yapmamız gerektiğini Yeditepe Üniversitesi Hastanesi’nden Psikiyatri Uzmanı Doç. Dr. Hakan Atalay ile konuştuk. 

Öfke nedir?
Öfke, saldırganlığın etkinleştiğini haber veren temel duygu durumudur. Genellikle hafif hallerinde sinirlilikle kendini gösterir, bir üst derecesi kızgınlıktır; düşünsel boyutu güçlenip karmaşık ve sürekli hale geldiğinde nefrete dönüşmüş demektir.

İnsan neden öfkelenir?
Öfkenin temel işlevi acı ya da huzursuzluk kaynağını yok etmektir. Büyüdükçe, doyumu engelleyen durumu ortadan kaldırmak için öfkeleniriz.  Başka bir deyişle, çocukken, bize bakım veren kişinin özlenen doyum durumunu yeniden oluşturması için bir çağrı olarak öfkeyi kullanırken, gelişimin sonraki evrelerinde bize derin hüsran/engellenme ya da acı yaşatan kaynağı yok etmek amacıyla öfkeleniriz. Yaşımıza, kişilik özelliklerimize, ortama, vs. bağlı olarak, acıktığımızda hemen gelmeyen yemek için, oyuna alınmadığımız için, ciddiye alınmadığımız için, görmezden gelindiğimiz için, sözümüz dinlenmediği için... vb. çeşitli nedenlerle öfke duygusu ortaya çıkar.

Öfke kontrolü nedir ve nasıl sağlanır?
Toplumsal varlıklar olmamızdan dolayı, her duygumuzu her an ve her biçimde ifade edemeyiz. Öfke de çok sık hissediliyor olmasına rağmen, bireye veya topluma vereceği çeşitli zararlı sonuçlarından dolayı denetlememiz gereken bir duygudur. "Keskin sirke küpüne zarar verir", "Öfkeyle kalkan zararla oturur" gibi atasözlerimiz bu inancı yansıtır.
Sinirbilim açısından bakıldığında, duyguların daha fazla işlendiği beynin alt ve orta merkezlerinden kaynaklanan anlık öfke duygularının, daha fazla düşünmeye ağırlık veren üst merkezlerce denetlendiğine inanılır. Genetik, biyolojik, vb. etkenler bu boyutta incelenir. 

Psikolojik açıdan bakıldığında ise, öfkenin öğrenme davranışlarıyla ya da erken yaşlardaki anne-baba ile çocuk etkileşimleriyle biçimlendiği söylenebilir. Yetiştirme tarzı, çocuklukta yaşanan sıkıntılar, vb. yaşantısal etkenler de bu boyutta incelenir.

Öfke denetimi nasıl yapılır?
İlaç, duygu ifadesini erteleme, içinden sayma, "olay yeri"nden uzaklaşma, toplumsal beceri eğitimi, vb. gibi pratik yöntemlerle olabilir. 

Sadece öfke kontrolünü ya da daha geniş olarak kişinin kendisini tanımasını ve geliştirmesini amaçlayan kısa ya da uzun süreli; bireysel ya da grup psikoterapilerle sağlanabilir. Bu grup tedavilerin ilkinde öfke duygusu ve ifadesi üzerinde odaklanılırken, ikincisinde öfke denetimi "ben"in (ya da "benlik"in) gelişip güçlenmesinin sonucu olarak ortaya çıkar.

Günlük hayatta uygulanabilir bir tavsiyeniz var mı?
Erişkin insanlar olarak görevimiz duygularımızı ham halleriyle ifade etmek değil, onları işleyerek yansıtmaktır. Öfke de böyledir. Bu amaçla yapılacak temel iş, kendimizi ve tabii ki, duygularımızı daha iyi tanımak ve ilişkilerimizde buna uygun bir tarz geliştirmektir. Her yerde ve zamanda insanlığın fikir dünyasının temel düsturu “Kendini bil” olmuştur. 

Buradan yola çıkarak, şunu söyleyebiliriz: Eğer günlük hayatta öfke sorunları yaşıyorsak, önce, söz konusu öfke duygusunun hangi koşullarda, kimlere karşı daha yoğun biçimde ortaya çıktığını gözlemlemek, sonra da bu alandaki hassas noktalarımızı saptayıp kendimizi geliştirmeye çalışmak ve bunu da ilişkilerimize taşımak iyi bir yol olabilir. 

Örnek verecek olursak: Diyelim ki eşiyle sık sık tartışmalar yaşayan kişi, öfkeyle başa çıkmak istiyorsa, önce hangi konuların kendisini bu kadar öfkelendirdiğini, bu duygularda kendisinin nasıl bir rolü olduğunu görmeli, güçlü ve zayıf noktalarını gözden geçirmeli ve konulara başka açılardan, diyelim ki eşinin bakış açısından da bakma denemeleri yapmalıdır. Bu konuda kendisini geliştirene kadar da anlık duygularını ifade etmek yerine, gerginliğin yükseldiği anlarda durup “Bu konuyu yeniden düşünelim” demeye kendisini alıştırmalıdır. Bunu yapmak ilk başlarda kolay olmasa da, giderek ustalaştığını fark edecektir. Burada sorun, konuyu geçiştirip sonra bir daha geri dönmemek olabilir. Oysa tersine, duyguların yoğunluğu geçtikten ve her iki yan da kendi davranışları üzerinde yeniden düşündükten sonra sakin bir kafayla yeniden konuşmak daha iyi bir yol olabilir. 
Bütün bunları yaptığımız halde karşımızdaki kişi öfkeli tavırlarını sürdürür ve bu konuda kendi davranışları üzerine düşünmeye yanaşmazsa, o ilişkiyi yeniden düşünmekte yarar olabilir. Aksi halde ilişki farkında olmadan zalim-mağdur kalıbına sıkışıp kalabilir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

DOKTOR EŞİ OLMAK!

Sağlık sisteminde yapılan değişikliklerle ilgili hekimlerin yaşadığı mesleki sorunlar gündeme gelirken evlerinde bu durumun yansımaları konuşulmuyor. Evlilik ve Aile Danışmanı Psikolog İlkim Öz ve farklı hekimlerin eşleriyle konuşarak Sağlık Dergisi’nde daha önce ele alınmamış bir konuyu gündeme taşıyoruz. Performans sistemi, Tam Gün uygulaması gibi sağlık çalışanlarının meslekleri ile ilgili sorunlarının sık sık gündeme geldiği şu günlerde, bu durumun özel hayatlarına nasıl yansıdığını araştırdık. Doktorların işlerinde yaşadığı sorunlarını yakından bilen eşleri bu durum hakkında ne diyor. Bu zamana kadar değinilmemiş bir konu olan “doktor eşi olmak” ve sorunlarla uğraşırken nelerin olduğunu öncelikle farklı meslek gruplarından doktor eşlerine sorduk. Sonrasında da Evlilik ve Aile Danışmanı Psikolog İlkim Öz ile konuyu değerlendirdik. Tiyatro Sanatçısı ve Doktor Evliliği Görüştüğümüz ilk doktor eşi tiyatro sanatçısı İpek Çeken Önal, Prof. Dr. Zülküf Önal ile evli. İpek Hanım, eşiyle he

TIBBIN DUAYENLERİ SARUHAN ÇEKİRGE

Hacettepe Üniversitesi Hastaneleri Girişimsel Nöroradyoloji bölümü kendi alanında dünyanın en tepesindeki birkaç merkezden biri olarak kabul ediliyor. Bu alanda birçok ilke imza atan Prof. Dr. Saruhan Çekirge, bu merkezin hikâyesini Sağlık Dergisi Yazı İşleri Müdürü Esra Öz’e anlattı. 2000 yılında TÜBİTAK Bilim Adamı Teşvik Ödülü’nü ve 2001’de Hacettepe Üniversitesi Bilim Teşvik Ödülü’nü alan Prof. Dr. Saruhan Çekirge, “Ünitemizde beyin damar hastalıklarının noninvazif tedavisinde geliştirilen tedavi teknikleri, bu merkezi dünyanın en iyisi olarak kabul ederek, özellikle son 10 yılda dünyanın pek çok ülkesindeki önemli tıp merkezlerinden Ankara’ya gelen, uzman doktorlara eğitim veren bir yapıya dönüştürdü” dedi. Kendi tıp alanında yarattığı gelişmeler devrimsel olarak nitelendirilen Prof Dr Saruhan Çekirge, Prof Dr Işıl Saatci, Doç Dr Kıvılcım Yavuz ve Doç Dr Serdar Geyik’ten kurulu bu ekip tarafından geliştirilen tedavi metotları, tüm dünyadaki hekimler tarafında da yay

TIBBIN DUAYENLERİ: HASAN BİRİ

Yüz üzerinde yayını bulunan kısa bir süre önce Koru Hastanesi’ni açan ve devamında uluslararası alanda başarılara imza atacak üniversite kurmayı hedefleyen Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Öğretim üyesi Prof. Dr. Hasan Biri, iletişimle birlikte sosyal sorumluluk projeleri düzenlemesinin yaşam felsefesi haline gelişini ve hayatını Sağlık Dergisi Yazı İşleri Müdürü Esra Öz’e anlattı. “İyi hekim iyi empati yapan hekimdir” sözüyle hekimlik mesleğinin doğru iletişimden geçtiğini kaydeden Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Öğretim üyesi Prof. Dr. Hasan Biri, Akademik ve etik kurallarla çalışan Koru Hastanesi’nin ileride uluslararası başarılara imza atacak üniversite olacağını belirtti. Prof. Dr. Biri, tıptaki her türlü gelişmeyi takip ederek, sağlık sektörünün ihtiyaçlarını gören ve bu ihtiyaçlar doğrultusunda gerçekçi politikalarla büyümeyi hedefleyen bir sağlık kuruluşu olmayı hedeflediklerini söyledi. Kendi ağzından hayatını ve çalışmalarını dile ge