Ana içeriğe atla

BİR DANS DEHASI VE ŞİZOFRENİNİN BELGESELİ

Dahi olarak tanınan Rus asıllı bale sanatçısı Vaslav Nijinsky’nin hayatından yola çıkılarak hazırlanan Şizofreni belgeselinde Doç. Dr. Haldun Soygür, hastalık belirtilerini Nijinsky’nin hayatından yola çıkarak anlatıyor.



İlk defa psikiyatrik bir hastalık olan “Bir Dans Dehası ve Şizofreninin Belgeseli” çekildi. Şizofreni hastalarına hayatını adayan Doç. Dr. Haldun Soygür, yazdığı şizofreni kitapları ve Mavi At Kafe’nin açılmasına verdiği destekle şizofreni hastalarının daha iyi anlaşılmasını ve hayata atılmalarını sağlamasının yanı sıra yine bir ilke imza atarak “şizofreni belgeseli” çekti. Konusunu ve senaryosunu kendisinin belirlediği ve Abdi İbrahim ilaç firmasının koşulsuz desteklediği belgesel ilk kez Psikiyatri kongresinde gösterildi.



Şizofreninin İsim Babası Olan Eugene Bleuler Tanısını Koyuyor

Ülkemizde 700 bine yakın şizofreni vakası olduğuna dikkat çeken Doç. Dr. Soygür, belgeselde Rus balet olmalı Vaslav Nijinsky'nin hayatını ele alıyor. Vaslav Nijinsky’nin, şizofreninin isim babası olan Eugene Bleuler tarafından tanısı konuluyor. 647 hastayı kapsayan gözlemlerini 1908'de yayımlayan Bleuler, şizofreni terimini ilk kez bu incelemesinde kullanıyor. Bleuler, 1911’de Şizofreniler Grubu kitabını yayınlıyor. Şizofreni hastalarının gösterdiği belirtilerin anlatıldığı belgeselde ne gibi durumlarla karşılaşıldığı, tedavisinde nelerin eksik olduğu ve günümüz tedavileri ile karşılaştırılması detaylı şekilde yer alıyor.

Rus balesinin dahisi olarak bilinen Nijinsky'nin günlüklerine de değinilerek, edebi yönün ele alınmasının yanı sıra şizofreni hastasının neler hissettiği davranış örnekleri ve dönemin insanları ile birlikte anlatılıyor.



“Bir Dans Tanrısı ve Şizofreni”

Rus asıllı bale sanatçısı Vaslav Nijinski başarılı tekniği, duygulu yorumları ve büyük sıçramalarıyla bale tarihinde bir efsane yaratıyor.

17 Aralık 1889'da Tomasz Niżyński ve Eleonora Bereda'nin çocuğu olarak dünyaya gelen Nijinsky, ebeveynleri gibi balet olur. Rusya'da Kiev'de doğan Nijinsky, dokuz yaşında St. Petersburg'daki Çarlık Bale Okulu'na girer. Daha öğrenciyken üstün yeteneğiyle çevresinde büyük bir hayranlık uyandırır. Yükseğe sıçramakta o kadar başarılıdır ki, yerçekimine meydan okuyarak sonsuza kadar havada kalacakmış izlenimini verir. Aynı zamanda, üstlendiği her rolü kendinden önceki erkek dansçılarda görülmemiş bir yorumla sunan özgün bir sanatçıdır.

Nijinski’nin Yaşamı

Nijinski 1907'de St. Petersburg'daki tanınmış Mariinski Tiyatrosu'na baş dansçı olarak katılır. Orada ve Moskova'da birçok klasik balede başrole çıkar. I909'da, klasik baleye çağdaş bir görünüm kazandıran Sergey Diaghilev'in yeni kurmuş olduğu Rus Balesi adlı toplulukla Paris'e gider. Daha ilk gösterisiyle büyük bir hayranlık uyandıran topluluğun yıldızı Nijinsky'dir. Romantik dönemden beri dikkatlerin odaklaştığı kadın dansçıların yerini ilk kez bir erkek alır, olağanüstü yeteneği ve zarifliğiyle neredeyse bir mucize yaratır. Özellikle Nijinsky için baleler düzenlenir. Aynı zamanda devrimci bir koreograf olan Nijinsky, sahneye koyduğu balelerle de ateşli tartışmalara neden olur.

1913 Ağustos'unda soylu bir Macar ailesinden gelen Romola Pulszky ile evlenen Nijinsky, Diaghilev'in topluluğundan ayrılır. 1916'da Kuzey Amerika'daki bir turnede psikolojik bir hastalığın ilk belirtileri görülür. 1919’da ağır bir sinir krizinden sonra Şizofreni teşhisi konulur ve Nijinsky, bundan sonraki hayatını psikiyatri kliniklerinde, hasta bakıcılarla geçirir. 1950'de Londra'da ölen Nijinsky, üç yıl sonra Paris'e gömülür. Sanat yaşamının çok kısa sürmesine karşın, ünü günümüzde de sürmektedir.
Nijinsky’nin Günlüğü

Geçtiğimiz yüzyılın dâhilerinden kabul edilen Nijinsky, alışılmadık düşünce ve duygu evreniyle “dış” dünyanın uyuşmaması sonucu ömrünün yarısını akıl hastanelerinde geçirir. Bu zorlu yolculukları öncesinde kaleme aldığı ve çok sonraları kızının eşyaları arasında bulunan günlüğü, bir dâhinin dünyanın “normal” insanları ve çarkları arasında nasıl yitip gittiğini çarpıcı biçimde ortaya koyar. Nijinsky’nin Günlüğü, saf bilincin sınır tanımayan akışıyla, yeryüzü medeniyetine ilişkin derin bir sorgulama fırsatı sunar.

Şizofreni, Kişiden Kişiye Farklılık Gösteriyor

Şizofreninin neden olduğunun henüz tam bilinmediğini kaydeden Doç. Dr. Haldun Soygür, hastalığın daha çok bir gençlik hastalığı olduğunu ve hastaların toplumda damgalanmasının ise tedavi süreçlerini olumsuz etkilediğini belirtti. Doç. Dr. Soygür, ruhsal bozukluklar içinde önemli bir yer tutan şizofreninin, kişiden kişiye farklılık gösterdiği ve somut verileri olmadığı için toplumun ilgisini çekmenin zor olduğunu kaydetti.

Şizofreniye Gençlerde Daha Sık Rastlanıyor

Hastaların 18-25 yaş arasında yoğunlaştığını ama her yaşta da görülebileceğini söyleyen Doç. Dr. Soygür, hastalığın hasta kadar yakınlarını ciddi anlamda etkilediğini ifade etti. “Şizofreniye kalıtımın bir rolü vardır, bir insanın hastalığa yakalanma riski yüzde 1'dir. Kardeşlerinden birinde hastalık varsa bu yüzde 8'dir. Katılımsal faktörlere çevresel faktörler de eklenir” diyen Doç. Dr. Soygür, hastalık genetik bir geçişlilik gösterse de çevre şartlarının hastalığın ortaya çıkmasında ciddi etkileri olduğunu ifade etti. Doç. Dr. Soygür, anne adayının hamileliğinde geçirdiği rahatsızlıkların, doğumda bebeğin oksijensiz kalması ve beslenme tarzı gibi birçok etkenin hastalığın ortaya çıkmasında risk faktörü olduğuna dikkat çekti.

“Şizofreni Hastası, Bizim Duymadığımız Şeyleri Duyabilir”

Doç. Dr. Haldun Soygür şizofreni ile ilgili şunları söyledi: “Şizofreninin belirtileri ve bulguları çok renkli ve karmaşıktır. Bu hastalığın aktif olduğu evrede hastanın gerçeği değerlendirme yetisi bozulabilir. Buna bağlı olarak da kişide birtakım gerçek dışı düşünceler, hezeyan ve varsanı ortaya çıkabilir. Algılama bozuklukları ortaya çıkar. Kişi bizim duymadığımız şeyleri duyabilir, duyabilir, bizim koklamadığımız kokuları koklayabilir. Duygusal tepki vermekte zorlanır. Bu dönem şizofrenin psikotik dönemidir. Ama hastalık sadece psikozdan ibaret değildir. Bu belirtiler pozitif belirtilerdir. Bir de negatif belirtiler vardır. Bunlar içe kapanma, izolasyon, hiçbir şey yapmama isteği, motivasyon kaybı gibi. Şizofreni zekâyla ilgili bir hastalık değildir. İnsan dâhi olabilir ama bu, şizofreni olmasına engel değildir.”


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

DOKTOR EŞİ OLMAK!

Sağlık sisteminde yapılan değişikliklerle ilgili hekimlerin yaşadığı mesleki sorunlar gündeme gelirken evlerinde bu durumun yansımaları konuşulmuyor. Evlilik ve Aile Danışmanı Psikolog İlkim Öz ve farklı hekimlerin eşleriyle konuşarak Sağlık Dergisi’nde daha önce ele alınmamış bir konuyu gündeme taşıyoruz. Performans sistemi, Tam Gün uygulaması gibi sağlık çalışanlarının meslekleri ile ilgili sorunlarının sık sık gündeme geldiği şu günlerde, bu durumun özel hayatlarına nasıl yansıdığını araştırdık. Doktorların işlerinde yaşadığı sorunlarını yakından bilen eşleri bu durum hakkında ne diyor. Bu zamana kadar değinilmemiş bir konu olan “doktor eşi olmak” ve sorunlarla uğraşırken nelerin olduğunu öncelikle farklı meslek gruplarından doktor eşlerine sorduk. Sonrasında da Evlilik ve Aile Danışmanı Psikolog İlkim Öz ile konuyu değerlendirdik. Tiyatro Sanatçısı ve Doktor Evliliği Görüştüğümüz ilk doktor eşi tiyatro sanatçısı İpek Çeken Önal, Prof. Dr. Zülküf Önal ile evli. İpek Hanım, eşiyle he...

TIBBIN DUAYENLERİ SARUHAN ÇEKİRGE

Hacettepe Üniversitesi Hastaneleri Girişimsel Nöroradyoloji bölümü kendi alanında dünyanın en tepesindeki birkaç merkezden biri olarak kabul ediliyor. Bu alanda birçok ilke imza atan Prof. Dr. Saruhan Çekirge, bu merkezin hikâyesini Sağlık Dergisi Yazı İşleri Müdürü Esra Öz’e anlattı. 2000 yılında TÜBİTAK Bilim Adamı Teşvik Ödülü’nü ve 2001’de Hacettepe Üniversitesi Bilim Teşvik Ödülü’nü alan Prof. Dr. Saruhan Çekirge, “Ünitemizde beyin damar hastalıklarının noninvazif tedavisinde geliştirilen tedavi teknikleri, bu merkezi dünyanın en iyisi olarak kabul ederek, özellikle son 10 yılda dünyanın pek çok ülkesindeki önemli tıp merkezlerinden Ankara’ya gelen, uzman doktorlara eğitim veren bir yapıya dönüştürdü” dedi. Kendi tıp alanında yarattığı gelişmeler devrimsel olarak nitelendirilen Prof Dr Saruhan Çekirge, Prof Dr Işıl Saatci, Doç Dr Kıvılcım Yavuz ve Doç Dr Serdar Geyik’ten kurulu bu ekip tarafından geliştirilen tedavi metotları, tüm dünyadaki hekimler tarafında da yay...

JAPONYA’DA TUS SINAVINI GEÇEN OFTALMOLOJI ALANINDA İLK TÜRK OLARAK HASTA MUAYENE EDEN VE OPERASYON YAPAN DR. MURAT DOĞRU

Japon TUS’unu geçen ilk  yabancı doçent ve oftalmolojideki ilk Türk olmayı başaran Keio Üniversitesi ve Tokyo Dental College’de öğretim üyesi Doç. Dr. Murat Doğru, araştırmaları ve eğitimdeki yaşadıkları ile ilgili meslektaşlarına rehber olacak bilgiler verdi. Keio üniversitesi ve Tokyo Dental College’de öğretim üyesi olan Doç. Dr. Murat Doğru, Japonya' da oturma izni hakkı almasının yanında iki aşamalı Japon Tıpta Uzmanlık Sınavını geçerek bir ilke imza attı. Göz kuruluğu üzerine çalışmalarını sürdüren Doğru, Japonya’daki yaşam şartları, çalışma koşulları ve tıp eğitimi hakkındaki görüşlerini Med-Index’e anlattı. Ne üzerine çalışıyorsunuz? Kornea ve ön segmenti üzerine çalışıyorum. Kuru göz ve alerji üzerine uzmanlık yaptım. Yeni tanı teknikleri geliştirilmesi yani gözyaşı miktarı ve gözyaşı kalitesinin tanımlanması ile ilgili diyagnostik tetkikler üzerine araştırmalarımı yürütüyorum. Gözyaşı bezi ile ilgili temel çalışmalarım var. Yeni göz damlalarının geliştirilmesi...