Ana içeriğe atla

MOBGAM’DA MAYA HÜCRELERİNİN BÜYÜTMESİ ÜZERİNE ÇALIŞAN BİYOLOG CAN HOLYAVKİN

HAYATI KEŞFEDEN BİYOLOGLAR

 İstanbul Teknik Üniversitesi bünyesindeki Moleküler Biyoloji-Biyoteknoloji ve Genetik Araştırmalar Merkezi (MOBGAM) içindeki Maya Laboratuvarı’nda maya hücre yapısının değiştirilmesi üzerine çalışan Biyolog Can Holyavkin, hücre büyütme çalışmaları, biyologların sahip olması gereken hakları ve yapılması gerekenler hakkında bilgiler verdi.

Yurt dışında, çevre, tarım ve sağlık sektörlerinde biyologların çalıştırılması şart iken, Türkiye’de bu sektörlerde biyologların çalıştırılması zorunlu tutulmuyor. Hal böyle olunca, biyologlar, esas çalışmaları gereken sektörlerde yer bulamıyor.

Biyolog Can Holyavkin, İstanbul Teknik Üniversitesi bünyesindeki Moleküler Biyoloji-Biyoteknoloji ve Genetik Araştırmalar Merkezi (MOBGAM)’nde yapılan araştırmalar hakkında bilgi verdi. “Gerek yurt dışından geri dönen araştırmacıların bilgi ve deneyimleri, gerekse bu branş üzerine gerçekleştirilen AR-GE destekleri, Türkiye’yi ilerleyen zamanlarda önemli bir genetik araştırma merkezi yapacağına inanıyorum. Yakın zaman önce Boğaziçi Üniversitesi’nde gerçekleştirilen Türkiye Genom Projesi, bu ilerlemelerin önemli bir göstergesi” diyen Biyolog Can Holyavkin, Sağlık Dergisi Yazı İşleri Müdürü Esra Öz’e araştırmalarını, hedeflerini ve biyologların haklarının kazanılması için önerilerini anlattı.

Ne üzerine çalışıyorsunuz?
İstanbul Teknik Üniversitesi bünyesindeki Dr. Orhan Öcalgiray Moleküler Biyoloji-Biyoteknoloji ve Genetik Araştırmalar Merkezi (MOBGAM) içindeki Maya Laboratuvarı’nda çalışıyorum. Grubumuzun çalışma odağında ise en popüler maya hücresi olan bira ve ekmek mayası olarak da bildiğimiz Saccharomyces cerevisiae var.

Ağırlıklı olarak, zararlı çevresel etkilere karşı ki bunlar ağır metaller, serbest radikaller, sıcaklık vs olabiliyor hücrelerin nasıl cevap verdiğini, direnç gösterdiğini araştırıyoruz. S. cerevisiae’yı bu araştırmalarda model organizma olarak kullanıyoruz. Çalışma yöntemimiz genel olarak evrimsel mühendislik ve metabolik mühendisliği olarak geçiyor.

Kısaca kendinizden bahsedebilir misiniz?
Moleküler biyoloji ve genetik bölümü yüksek lisans öğrencisiyim. İnternet üzerinde güncel biyoloji haberlerini yayınladığım bir Biyo RSS adlı bir blogum da bulunuyor. Laboratuvar çalışmalarından arta kalan zamanlarda bu blogda ve Açık Bilim dergisinde amatör olarak bilim yazarlığı yapıyorum.

Bugüne kadar eğitim aldığınız ve çalıştığınız kurumlar hakkında bilgi verebilir misiniz?
Lisans eğitimimi ve şu andaki yüksek lisans eğitimimi İstanbul Teknik Üniversitesi’nde aldım. Moleküler Biyoloji ve Genetik, genç bir bilim dalı olmasına rağmen, İTÜ, oldukça kapsamlı bir araştırma merkezine (MOBGAM) sahip.

2004 yılında kurulan bu merkez, çeşitli araştırma alanları barındırmakta. Bunlar moleküler biyo-benzetim, protein ve hücre mühendisliği, çevre biyoteknolojisi, moleküler modelleme, mikrobiyel fermentasyon ve nörobiyoloji olarak özetlenebilir. Araştırmalar; bakteriler, bakteriyofajlar, maya ve küf mantarları ile yüksek ökaryotik hücre kültürleri kullanılarak yapılıyor.

Mevcut araştırma projelerinin her birinde, mühendislik, fizik, kimya, hesaplamalı bilimler ve tıp gibi pek çok farklı disiplinlerden uzman araştırmacılar birlikte çalışıyor.

Eğitim aldığınız kurumların halen bulunduğunuz konuma gelmenizdeki katkıları nelerdir, şu anda çalıştığınız kurumu neden seçtiniz?
İTÜ Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümü’nü seçtiğimde, bu kadar geniş kapsamlı bir merkezin varlığından haberdar değildim açıkçası. Şu anda çalışmakta olduğum merkez, donanım ve olanaklar açısından genetik araştırmaların çoğunu gerçekleştirecek güce ve altyapıya sahip. Bu durum, lisans sonrasında, laboratuvar çalışmalarına katılınca daha iyi görülüyor.


Halen pratiğini yaptığınız branşın Türkiye ve dünyadaki durumunu karşılaştırabilir misiniz?
Genetik, Türkiye’de yeni yeni gelişen bir alan. Türkiye olarak, bu branşa sonradan girmemizden kaynaklı olarak, Dünya’daki araştırma devlerinin arkasında olduğumuz aşikar. Ancak, gerek yurt dışından geri dönen araştırmacıların bilgi ve deneyimleri, gerekse bu branş üzerine gerçekleştirilen AR-GE destekleri, Türkiye’yi ilerleyen zamanlarda önemli bir genetik araştırma merkezi yapacağına inanıyorum. Yakın zaman önce Boğaziçi Üniversitesi’nde gerçekleştirilen Türkiye Genom Projesi, bu ilerlemelerin önemli bir göstergesi.

Halen çalışmakta olduğunuz kurumu ya da çalışmış olduğunuz kurumları eğitim, araştırma ve sağlık hizmetleri konuları açısından gelişmiş ülkelerdeki kurumlar ile karşılaştırabilir misiniz?
Şu anda çalışmakta olduğum merkezin, donanım ve olanakları açısından yurt dışındaki benzer araştırma merkezlerinden ciddi bir farkının olduğunu düşünmüyorum. Ancak, bu durumun Türkiye geneli için söylenmesi zor. Kullanılan cihazların çoğunun maliyeti on binlerce doları bulabiliyor. Aynı şekilde, kullanılan kit ve diğer malzemeler de pahalı. Üniversitelerin, bu maliyetlerin altından tek başına kalkması mümkün olmadığından, dışarıdan ciddi bir proje desteği gerekiyor. Ne yazık ki, bu destekler her zaman bulunamıyor ve yeni projeler daha başlamadan sonlandırılıyor. Birçok fikir, deney sonucuna ve makaleye dönüşmeden, sadece bir fikir olarak kalıyor. Yurt dışındaki birçok araştırmacının, daha kolay maddi destek bulduğuna inanıyorum.

Öte yandan, tüm bu malzemeler yurt dışından geliyor. İthal ürünler olması dolayısı ile hem zaman hem de para kaybı yaşanabiliyor. Türkiye’de bazı enzimlerin size ulaşması 2 ay sürerken, yurt dışında bu süre birkaç gün ile sınırlı. Bu sorunların, Türkiye’deki biyoteknoloji firmalarının yaygınlaşması ile çözüleceğini düşünüyorum.

Halen eğitim almakta olan biyoloji öğrencilerine ya da biyologlara neler önerirsiniz?
Öncelikli olarak staj. Okul bünyesinde her zaman uygulama yapma şansı olmuyor. Laboratuvar dersleri, sınıf mevcudiyeti ve zaman kısıtlaması yüzünden yeterli uygulama şansı tanımıyor. Bu durumda, mezun bir biyologda ciddi bir pratik bilgi eksikliği olabiliyor. Ki bu pratik bilgi bence çok önemli. Kişi mezun olduğunda, laboratuvar uygulamalarında, başına gelebilecek sorunları bu bilgiler ışığında çözebiliyor. Bu sebeple, şu anda eğitim almakta olan öğrenciler, muhakkak (zorunlu stajlarının yanı sıra) gönüllü stajlar da gerçekleştirmeliler.

Biyoloji çok genç bir bilim dalı. Lise derslerinde “kesin, değişmez” olarak belirtilen bilgilerin, istisnaları olduğunu her geçen gün görüyoruz. Sürekli gelişen bir dal olmasından dolayı, güncel bilgilerin takip edilmesi gerek. Bu bağlamda, “güvenilir” internet kaynaklarından sürekli olarak güncel haberlerin okunması yararlı olacaktır.

Hangi bilimsel dergileri takip ediyorsunuz?
Açıkçası basılı dergi takip etmiyorum. Basılı dergilerin, bilim haberlerinin hızına yetişemeyecek kadar yavaş olduğunu düşünüyorum. Ancak, internet üzerinden takip ettiğim çok fazla dergi var. Bunlar arasında, Nature, New Scientist, Popular Science ve BlueSci. Bunun yanı sıra şu anda yazarlarından biri olduğum Açık Bilim Dergisi’ne de yer vermek isterim.

Mesleğinizle ilgili en çok ziyaret ettiğiniz 3 internet sitesi nedir?
Nature News, New Scientist ve BBC’nin bilim haber servisi

Alanınızda araştırma yapanlara mutlaka okumalarını tavsiye ettiğiniz kitaplar hangileri?
Richard Dawkins’in Kör Saatçi kitabı ve Matt Ridley’den Genom. Özellikle Kör Saatçi, evrimin temel mekanizmalarını soru bıraktırmayacak şekilde anlatan önemli bir eser. Kişisel olarak, evrim ile ilgili bazı eleştirel sorularıma bu kitapta tatmin edici cevaplar bulduğumu söyleyebilirim.

Bilim ile uğraşan veya ilgilenen herkese mutlaka okumalarını tavsiye ettiğin bir kitaplar hangileri?
DNA’nın yapısını bulan araştırmacılardan James Watson’ın İkili Sarmal kitabını tavsiye ederim. Bilimsel araştırmaların dışarıdan görüldüğü kadar “mantıklı” olmayabildiğini, işin içine çoğu zaman “kişiliklerin” de girebileceğini gösteriyor.

Türkiye’de biyolog olmanın sıkıntıları nelerdir?
Henüz öğrenim gören bir biyolog olarak bir sıkıntı yaşamadım. Zaten esas sorun, öğrenci iken değil; mezun olduktan sonra yaşanıyor. Türkiye’de her yıl 6-8 bin arasında yeni biyolog mezun oluyor. Bu mezunların, çalışabileceği işler oldukça sınırlı. Bu noktada, biyologların yaşadığı en büyük sıkıntı muhtemelen işsizlik.

Yurt dışında, çevre, tarım ve sağlık sektörlerinde biyologların çalıştırılması şart iken, Türkiye’de bu sektörlerde biyologların çalıştırılması zorunlu tutulmuyor. Hal böyle olunca, biyologlar, esas çalışmaları gereken sektörlerde yer bulamıyor.

Durum ne kadar olumsuz gözükse de, yakın zaman içinde bu sorunun çözüleceğini umuyorum. Çünkü sorunun çözümü, çok basit bir karara bakıyor. Ülke idaresindeki kişilerin sağduyulu olduğuna ve bir şekilde biyologların mağduriyetlerini çözeceklerine inanıyorum.

Ülkemizdeki kurumların biyologlara karşı tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Ülkemizde büyük araştırma yapabilmek için biyologların ne gibi özlük hakları olmalı?
Bu noktada iş ilanlarına bakacak olursanız, aranan biyologların hemen hemen hepsinin ilaç mümessili ve tanıtım elemanı olarak arandığını görürsünüz. AR-GE talebi çok az. Bu durumun sebeplerinin başında, moleküler biyolojinin kullanıldığı sektörün medikal cihaz satışından ibaret olması geliyor. Ar-Ge çalışmalarının, çoğu zaman üniversite dışına çıkışı ya yok ya da oldukça kısıtlı. Biyologların yerinin müşteri yanı değil, laboratuvar ya da doğa olması gerektiğini düşünenlerdenim.

Bu bağlamda, biyologların çevre, tarım ve sağlık sektörlerinde etkin rol oynaması gerekiyor. Bu rolü teşvik edecek kanunların yazılması ve uygulanması; biyologları hukuki açıdan destekleyip, haklarını savunacak bir meslek odasının verilmesi gerekiyor.


Halen üzerinde çalışmakta olduğunuz araştırma konusu nedir?
Şu anda, Saccharomyces cerevisiae hücreleri üzerinde çalışıyoruz. Laboratuvarımız, çevresel etkilerden bu organizmaların nasıl etkilendiğini ve nasıl direnç gösterdiğini inceliyor. Bunun için, doğada milyonlarca yıldır gerçekleşen evrimi, laboratuvar ortamında yapay olarak gerçekleştirerek, zararlı etkilere karşı dirençli maya hücreleri elde ediyoruz. Bu yola, evrimsel mühendislik adı veriliyor. Tipik bir hücrenin yaşayamayacağı ortamlara dayanabilen hücreler üretiyoruz. Ardından bu hücrelerde hangi mekanizmaların bu dirençte rol aldığını araştırıyoruz.
Doğada ultraviyole ışınları ve diğer mutajenik etkenler ile gerçekleşen mutasyonlar, laboratuvar ortamında çeşitli kimyasallar kullanılarak gerçekleştiriliyor. Bu kimyasallar, maya hücrelerinin DNA’ları üzerinde rastgele değişiklikler (mutasyonlar) meydana getiriyor. Bu değişikliklerden büyük bir kısmı ölümcül oluyor elbette. Ancak, milyarlarca hücreden bazıları farklı bir özellik kazanıyor ya da daha önce sahip olduğu bir özelliği daha geliştiriyor. Örneğin, eskiden 10 birimlik toksik maddeye direnç sağlayabilen bir maya topluluğunda, 100 birim toksik maddeye direnç geliştiren bireyler gözükmeye başlıyor. Biz de bu mutant hücreleri seçiyor ve inceliyoruz. Bu yola, “evrimsel mühendislik” adı veriliyor. Tipik bir hücrenin yaşayamayacağı ortamlara dayanabilen hücreler üretiyoruz. Ardından bu hücrelerde hangi mekanizmaların bu dirençte rol aldığını araştırıyoruz.

Bunun dışında, kendi tezim içinde, ürettiğimiz bu dayanıklı mutant hücrelerin zar yüzeylerini inceliyorum. Bunun için Atomik Güç Mikroskobu (AFM) gibi büyük çözünürlüklü mikroskoplar kullanıyorum. Eski pikapların çalışma metodunu nanometre boyutuna indiren bu cihazlar ile bir yüzeyin nanometre ölçeğinde ayrıntısını görebiliyoruz. Nasıl bir pikap iğnesi, plaklar üzerindeki küçük çukur ve tümsekleri sese çeviriyorsa, AFM cihazı da bir yüzeyin nanometre seviyesindeki tüm ayrıntılarını 3 boyutlu bir görsele dönüştürüyor. Tabii AFM’nin kullandığı iğne, bir pikap iğnesinden çok daha küçük. Yaklaşık 50-60 nanometre. Diğer bir deyişle, saç telinin kalınlığının 2000’de biri inceliğindeki bir iğne ile hücre yüzeylerini okuyoruz.

Bu çalışmaları hangi kurumda yapmaktasınız, ekibinizden bahsedebilir misiniz?
Araştırmalarım, İTÜ bünyesindeki MOBGAM’da gerçekleştiriliyor. Bu merkeze bağlı birçok laboratuvardan biri de Maya laboratuvarı. Şu anda Prof. Dr. Zeynep Petek Çakar yönetiminde olan bu grupta, doktora, yüksek lisans ve lisans öğrencilerinin içinde olduğu 20 kişilik bir araştırma grubu bulunuyor.

Bize araştırma ekibinizin bir rutin gününü anlatabilir misiniz?
Maya çalışmalarımız oldukça farklı alanlarda. Dirençli hücrelerin elde edilişini takiben, bu hücreler üzerinde genetik ve metabolizma çalışmaları gerçekleşiyor. Hemen hemen haftanın her günü, sabah akşam laboratuvar çalışmalarımız sürüyor. Hücre büyütme çalışmaları olduğunda, çalışmalar gece boyunca sürebiliyor. Çarşamba günü, grubumuzun toplantı günü. Bu gün içinde, gerçekleştirdiğimiz çalışmalar ve elde ettiğimiz sonuçları birbirimizle paylaşıyoruz ve fikir alışverişi gerçekleştiriyoruz.

Yorumlar

Gökhan KAVUNCUOĞLU dedi ki…
Bilimsel ve gerçekçi yaklaşım sergileyen Can HOLYAVKİN gibi meslektaşlarımıza başarılar diliyorum.

Bu blogdaki popüler yayınlar

DOKTOR EŞİ OLMAK!

Sağlık sisteminde yapılan değişikliklerle ilgili hekimlerin yaşadığı mesleki sorunlar gündeme gelirken evlerinde bu durumun yansımaları konuşulmuyor. Evlilik ve Aile Danışmanı Psikolog İlkim Öz ve farklı hekimlerin eşleriyle konuşarak Sağlık Dergisi’nde daha önce ele alınmamış bir konuyu gündeme taşıyoruz. Performans sistemi, Tam Gün uygulaması gibi sağlık çalışanlarının meslekleri ile ilgili sorunlarının sık sık gündeme geldiği şu günlerde, bu durumun özel hayatlarına nasıl yansıdığını araştırdık. Doktorların işlerinde yaşadığı sorunlarını yakından bilen eşleri bu durum hakkında ne diyor. Bu zamana kadar değinilmemiş bir konu olan “doktor eşi olmak” ve sorunlarla uğraşırken nelerin olduğunu öncelikle farklı meslek gruplarından doktor eşlerine sorduk. Sonrasında da Evlilik ve Aile Danışmanı Psikolog İlkim Öz ile konuyu değerlendirdik. Tiyatro Sanatçısı ve Doktor Evliliği Görüştüğümüz ilk doktor eşi tiyatro sanatçısı İpek Çeken Önal, Prof. Dr. Zülküf Önal ile evli. İpek Hanım, eşiyle he

TIBBIN DUAYENLERİ SARUHAN ÇEKİRGE

Hacettepe Üniversitesi Hastaneleri Girişimsel Nöroradyoloji bölümü kendi alanında dünyanın en tepesindeki birkaç merkezden biri olarak kabul ediliyor. Bu alanda birçok ilke imza atan Prof. Dr. Saruhan Çekirge, bu merkezin hikâyesini Sağlık Dergisi Yazı İşleri Müdürü Esra Öz’e anlattı. 2000 yılında TÜBİTAK Bilim Adamı Teşvik Ödülü’nü ve 2001’de Hacettepe Üniversitesi Bilim Teşvik Ödülü’nü alan Prof. Dr. Saruhan Çekirge, “Ünitemizde beyin damar hastalıklarının noninvazif tedavisinde geliştirilen tedavi teknikleri, bu merkezi dünyanın en iyisi olarak kabul ederek, özellikle son 10 yılda dünyanın pek çok ülkesindeki önemli tıp merkezlerinden Ankara’ya gelen, uzman doktorlara eğitim veren bir yapıya dönüştürdü” dedi. Kendi tıp alanında yarattığı gelişmeler devrimsel olarak nitelendirilen Prof Dr Saruhan Çekirge, Prof Dr Işıl Saatci, Doç Dr Kıvılcım Yavuz ve Doç Dr Serdar Geyik’ten kurulu bu ekip tarafından geliştirilen tedavi metotları, tüm dünyadaki hekimler tarafında da yay

TIBBIN DUAYENLERİ: HASAN BİRİ

Yüz üzerinde yayını bulunan kısa bir süre önce Koru Hastanesi’ni açan ve devamında uluslararası alanda başarılara imza atacak üniversite kurmayı hedefleyen Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Öğretim üyesi Prof. Dr. Hasan Biri, iletişimle birlikte sosyal sorumluluk projeleri düzenlemesinin yaşam felsefesi haline gelişini ve hayatını Sağlık Dergisi Yazı İşleri Müdürü Esra Öz’e anlattı. “İyi hekim iyi empati yapan hekimdir” sözüyle hekimlik mesleğinin doğru iletişimden geçtiğini kaydeden Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Öğretim üyesi Prof. Dr. Hasan Biri, Akademik ve etik kurallarla çalışan Koru Hastanesi’nin ileride uluslararası başarılara imza atacak üniversite olacağını belirtti. Prof. Dr. Biri, tıptaki her türlü gelişmeyi takip ederek, sağlık sektörünün ihtiyaçlarını gören ve bu ihtiyaçlar doğrultusunda gerçekçi politikalarla büyümeyi hedefleyen bir sağlık kuruluşu olmayı hedeflediklerini söyledi. Kendi ağzından hayatını ve çalışmalarını dile ge